28 Aralık 2014 Pazar

SABAH'tan Gazete Yaratan Karanlık

Sabah Gazetesi yaklaşık 2 ay önce Dünya'nın bir yarısının 21-23 Aralık 2014 tarihleri arasında 72 saat boyunca tamamen karanlığa gömüleceğini duyurdu.

Haberin devamı şöyle:
ABD Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA) önümüzdeki aralık ayında Dünya'nın yarısının 3 gün karanlığa gömüleceğini açıkladı. NASA yetkilileri yaşanacak bir Güneş fırtınası nedeniyle, 21, 22 ve 23 Aralık tarihlerinde Dünya'nın bir bölümünün Güneş yüzü görmeyeceğini bildirdi. Haberi medyayla paylaşan NASA'nın Başkanı Charles Bolden, Dünya kamuoyuna olağanüstü olay karşısında sakinliğini korumasına yönelik çağrıda bulundu. Bolden, uzay olayının son 50 yılın en büyük Güneş fırtınası olacağı için Dünya'daki karanlığın bu kadar uzun süreceğini belirtti.
Önce Sabah gazetesinin bu haberi aldığı siteyi tanıtalım. Huzlers.com, Ebola'dan hayatını kaybedenlerin cesetlerinin ölüler aleminden geri geleceğini duyuran, İsrail'in zaman makinesini keşfettiğini iddia eden, fakat zaten giriş sayfasında eğlence adına yalan haberler yazdığını belirten kontrollü bir delilik sitesi. 


Peki son 50 yılın en büyük güneş fırtınası da olsa, böyle bir durumda dünyanın yarısının karanlığa gömülmesi beklenebilir mi? Hayır, herhangi bir güneş fırtınası sırasında güneşin 'bozulması' ve ışığın bir süre kesilmesi mümkün değil. Tam tersi, yani karanlığın bir miktar aydınlanması çok güçlü fırtınalarda mümkün. Aynı şekilde, radyo dalgalarının etkilenmesi de olasılık dahilinde. 21-23 Aralık zaman dilimini geçtiğimiz hafta atlattığımıza ve Sabah gazete binasında herhangi bir olağanüstü hareketlilik yaşanmadığına göre, gazetenin de kendi haberlerini çok ciddiye aldığını söyleyemeyiz.

Son olarak, okur yorumlarına bakalım:


Yorumculardan Bilal Mantar Bey, sezgilerine güvenip birşeylerin yanlış olduğunu, bu haberin kulağa çok da mümkün gelmediğini belirtmiş. 
Mantar Bey gibi sivri zekalılık yapmaya çalışan herkes için Hasan'ın cevabı hazır:
''Dünyanın yarısı toplamda 72 saat süre ile karanlıkta kalacak diğer yarısı ise normal gece gündüz işleyişine devam edecek. Aynştayncılık oynamanın lüzumu yok :)'' 
İşte bu kadar basit !!!! 
Sorgulayacaksanız Sabah okumayın, yarısı 72 saat karanlıkta KA-LA-CAK.

Not: Haberi getiren Onur Türkölmez'e, uzman görüşü için uzman astronom Dr. Bülent Kızıltan'a teşekkürler!



9 Kasım 2014 Pazar

Elektrik Süpürgesi İle Bel Ağrısı Tedavisi

15 Temmuz 2014 günü ATV ekranlarında genç bir kız beline zeytinyağı sürülerek elektrik süpürgesi ile vakumlandı.
'Neden?' diye soran gözlerle bakmayın, şartlar ve Zahide ile Yetiş Hayata programında tanıtılan bel ağrısı tedavisi bunu gerektirdi.
Dost bildiğiniz insanlar ellerinde Fakir elektrik süpürgesi ile belinize hamle yapmadan önce istedik ki olaya açıklık getirelim. Doktor Feridun bey diyor ki:
''Her yüz kişinin yüzde 98'inde beli ağrımayan bir dönem olmamış. Herkesin belinde bir ağrı oluyor....Şimdi biz size genel kurallar öğreteceğiz. Bunu yaparsanız bel ağrısından çok rahat kurtulabilirsiniz. Mesela elektrik süpürgelerinizin vakum özelliğinden faydalanacağız, buraya kan getireceğiz. ... Buraya biraz sıcaklık yaptıktan sonra, oraya ozon yağı..yoksa zeytin yağı, kantaron yağı..Ondan sonra o bölgeye, elektrik süpürgenizi...''
Her 100 kişiden yüzde 98'inde beli ağrımayan bir dönem olmaması demek, her 100 kişiden 98'inin beli sürekli ağrıyor demek. Televizyonda olabilecek anlatım bozukluklarını mazur görelim, herhalde her 100 kişiden 98'inin herhangi bir noktada bel ağrısı çekmiş olduğundan bahsediliyor. Rakamlar yine de yanlış, bu rakam raporlara en yüksek oranda yetişkinler için yüzde 80 olarak geçmiş. 

Peki bütün bu faydaları biliniyorsa, elektrik süpürgesi neden başından beri belimiz için değil de halımız için dizayn edildi? 

Programda uygulanan kürlerden ilki, ısı ile ağrı şiddetini azaltmak. Isının kas spazmı ve kas doku kaynaklı ağrıları azaltmak için kullanıldığı doğru. Isı kasları gevşetiyor ve spazmı azaltıyor, uzun süreli olarak kan dolaşımının artırması halinde bölgeye oksijen ve besin zengini kan akışı artıyor, iyileşme süreci hızlanabiliyor. Bu şekilde ağrı şiddetinin azalsa da, bunun için elektrik süpürgesine ihtiyaç yok. 

İkinci kür, bu defa elektrik süpürgesi kullanılarak kan dolaşımını artırmak üzerine kurulu. Elektrik süpürgesinden ne kadar kuvvetli bir negatif basınç üretileceği ve bunun kas dokudaki kan dolaşımını etkileyip etkilemeyeceği tartışılır bir konu. Bu teknik, Çin tıbbında da kullanılan, hatta çoğu zaman bölgede derinin kanatılmasıyla da desteklenen, ülkemizde bardak çekme olarak bilinen eski bir geleneğe dayandırılıyor. Bardak çekme tedavisinin genel sağlık veya bel ağrıları için olumlu bir etkisi, şu ana kadar yapılan ciddi araştırmaların hiçbirinde görülmemiş. Sadece akademik çevrelerde değil, ünlü tamamlayıcı tıp araştırmacısı Dr. Edzard Ernst'e göre de durum böyle. Tekniğin müdavimleri, 'kasların çekildiğini' iddia etse de, bu teknik deriyi mastik sakızı gibi çekmekten ibaret. Ciltteki kan damarlarında bir dolaşım artışı mümkün görünse de, cildinizin kaz ciğeri rengi almasının kas dokuya etkileri meçhul, dolayısıyla bel ağrılarına çözüm olmayacağını biliyoruz. Henüz bardak çekme tedavisi bile tıbben kabul görmemişken, atanamayan bardak çekme olarak sınıflandırabileceğimiz elektrik süpürgesi terapisinin bel ağrılarını dindirmesinin iyice konumuzun dışında olduğu açık. 

Unutmamak gerekir ki, disk zedelenmesi, disk dejenerasyonu, romatizma, skolyoz gibi birçok farklı bel ağrısı kaynağının da tamamlayıcı tedavisi, acıyı dindirme üzerinden değil, ancak uzun vadeli fizik terapi uygulanarak kasları güçlendirmek, postür (duruşu) düzeltmek ve doğru hareket etme alışkanlıkları ile sağlanıyor.

Doktora danışmadan belinizi süpürmenin başka bir sakıncası, dermatit veya sedef gibi vakaları daha kötü yapabilecek olması, cilt enfeksyonlarına sebebiyet verebilmesi. 'Faydası yoksa zararı da yoktur' demeyin, videoda 20. dakikayı izleyin:
''Bakın kardeşimizin cildi beyaz, ne güzel etkisini gösterdi. Ne yaptı pembeleşti, ne oldu KAN geldi, kan geldi ne geldi CAN geldi.  Bir yere kan geldi mi gayet güzel, ağrılarınızda rahatlama olacaktır.''  (Kızcağızın cildini mahvetti)
Biraz daha işin tekniğine inelim:

Sunucu: Peki [...] ağrı nasıl gidiyor?
Feridun:
''Kanın içinde bizim daha bilemediğimiz bir sürü...şu süpürgeyi kapatır mısın...bir sürü bilgisayarlar var. Geliyor buraya beyne diyor ki burada ağrı var ben napayım? Beyin diyor ki sen oradaki iyileştirici hücreleri oraya yay diyor..Orada bir yara varsa iyileşiyor, ödem varsa iyileşiyor.''
O kadar güzel anlatıyorsunuz ki Feridun bey, beynimi size tamamen vakumlatmak istiyorum. Yanlış anlaşılmasın, uslup genel seyirciye hitap ediyor olsa da verilen bilgiler yanlış. Ama sefamız olsun. O süpürge ile daha işimiz bitmedi.



Gördüğünüz gibi lavabo pompası, vakumlu süpürge, gerekirse matkap, tuz ruhu, zigon, scotchbrite, veya evinizde herhangi bir sebeple bulunan bütün aletlerle vücudunuzu okşarsanız, muhakkak bir yerlerinize iyi gelecektir. Yeter ki niyetiniz iyi olsun. 

Haberi getiren Kaan Bilge'ye ve beraber incelediğimiz Dr. Aybike Onur'a teşekkürler!





1 Kasım 2014 Cumartesi

5 Liradaki Gizli Mesaj

Bilime verilen önemin Büyük Türkiye vizyonunun bir parçası olmadığı, bu defa Merkez Bankası tarafından banknotlara gizli mesaj olarak basılarak halka duyurulmuş. Gelin darphanede 'alın, alın size para cahiller' diyerek ve tahminen kahkahalar eşliğinde milyonlarca adet basılan 5 liralık kağıt paraları inceleyelim.

Banknotun arka yüzü, önemli bilim tarihçisi Prof. Dr. Aydın Sayılı'ya ayrılmış.

'İşte ülkemiz saygıdeğer bir bilim insanına hakettiği değeri veriyor.' diyerek zamansız sevinenlerin, Aydın bey'in solunda duran sarmala bakmalarıyla gözleri seğirmeye başladı bile. Sebebiyse, banknotun orta yerine adeta bir fıçı gibi konumlandırılan, grafik tasarımcılığın tümörü olmuş DNA çift sarmalı.

Peki 5 liralarımıza nakşedilen bu telefon kordonuyla, çift sarmal DNA arasındaki temel farklar nelerdir? Birinci ve en önemli fark, DNA çift sarmalının sağ el kuralına göre dönmesi. Neredeyse bütün canlıların hücrelerindeki DNA çift sarmalının çok kısa dönemli durumlar haricinde sağ el kuralına göre döndüğünü biliyoruz. Bu, bütün ders kitaplarında veya resimlendirmelerde doğru temsil edilmesine çok dikkat edilen bir durum. Zira, DNA'mız paramızdaki gibi sol el kuralına göre dönseydi, hücrelerdeki çoğu faaliyet dururdu.

Bu sadece bilimcilerin farkında olması gereken önemsiz bir detay değil. Pahalı grafik yazılımlarını gözardı edelim, bugün Word ClipArt'a dahi başvursanız DNA sarmallarının doğru yönde resmedildiğini görebilirsiniz:

Öte yandan, eğer ki Merkez Bankası grafik tasarımcılarından beklentilerimiz daha yüksek olsaydı, DNA çift sarmalının yine kimyasal olarak büyük önem taşıyan majör ve minör girintilerini (yani, sarmallar birbirlerine simetrik olarak konumlanmadığı için meydana gelen büyük ve küçük girintileri) görmeyi isterdik. Ne de olsa bu 5 lirayı, yani yurdumuzun dört bir köşesinde cepten cebe konacak banknotu, Aydın Sayılı'ya, bilime ve bilim tarihinin doğru aktarılmasına ayırıyorsunuz. Banknotun sol üst köşesini çerçeveleyen, ve korktuğumuz doğruysa bir güneş sistemi kesiti olan esere değinmiyoruz bile.

Belki benim kağıt 5 liram bir şekilde döne dolaşa, Watson veya Crick'in cebine girmiştir.
Olamaz mı?
İnşallah olmamıştır. Yoksa Aydın Sayılı mezarında merkez bankasına belalar okuyarak döner.

Parayı getiren Murat Çokol'a teşekkürler!

27 Ekim 2014 Pazartesi

EBOLA: Aslında Öldürmese Kötü Bi' Hastalık Değil

Türk Hava Yolları genel müdürü Temel Kotil, nedense ebola hastalığının seyri hakkında tıbbi bir değerlendirmede bulunmuş:

Aslında ilk okunduğunda göz seğirten bu açıklamada art niyet aramamıza gerek yok. Amaç, halkın paniğe sürüklenmesine engel olmak. Malesef araç, bir virüsün bulaşınca öldürdüğünü açıklamak olmuş.
Ebola virüsüne karşı temkinli olmakla beraber büyük bir paniğin gereksiz olduğu doğru. Zira, salgın başladığından beri batı ülkelerinde Ebola'nın yol açtığı ölümlerin, Haluk Levent'in cezaevine giriş çıkış sayısının kat be kat altında olduğu bir gerçek.
Bunun en önemli nedeni, ebola virüsünün insandan insana bulaşmasının epey zor olması (havadan değil, vücut sıvısıyla geçiyor). Dolayısıyla, temkinli davranıldığında kontrol altında tutulabiliyor. Erken teşhis ile standart bir medikal takviye sonrasında, vücut virüsü atlatabiliyor.*
Şimdiye kadar özellikle Afrika'daki ölümler, yetersiz hastane şartları, bölgesel otoriteye güvensizlikten ötürü tıbbi müdahaleyi reddeden halk ve geç teşhisten kaynaklanıyor.
Dolayısıyla gerekli önlemler alındığı sürece, şimdiye kadar yaptığımız gibi belamızı ebola dışında birçok başka şey ile bulmaya devam edebiliriz. Üzülmeyin.

Devam edelim,

Afrika'dan gelen bir kişiden bilgi aldığını belirten Kotil, "Bu göründüğü kadar kötü bir şey değil. Tabi ki Allah göstermesin bulaşınca öldürüyor. Ama çok son aşamasında oluyor. Afrika'dan gelenler de havalimanlarında kontrol yapılıyor. Uçakta tedbir var. İnşallah yakında ilacı da bulunur." diye konuştu.

Ne diyelim. İnş.

* Ebola virüsü ve salgını hakkında daha fazla bilgi için, konuyla ilgili Bilim Kazanı radyo kayıtlarını dinleyebilirsiniz:
Ebola, 1. Kısım
Ebola, 2. Kısım

Not: Haberi getiren Bengi Kurtcebe'ye teşekkürler!



9 Eylül 2014 Salı

Genetiği Değiştirilmiş Hukuk

Bu sabah Hürriyet yazarı Ayşe Arman, çArşı taraftar grubunun gezi sonrası başlayan cadı avının yeni hedefi olmasından dolayı duydugu rahatsızlığı ve haklı isyanını resmi Instagram hesabından dile getirmiş:
Yarın sabahın Hürriyet yazısının bir parçası olduğunu tahmin ettiğimiz bu tiradı, daha kendi gazetesinde basılmadan bu blogda işleyerek acar muhabirlikte kendi rekorumuzu kırıyoruz. İşte o OLAY YAZI !!!11!
''Benden olmayan ölsün!'' diyen bir hukuk olur mu? Herkesin hukukuna saygı duyacağınızı söylediğiniz o balkon konuşmalarına ne oldu? İsyan ediyoruz...GDO'suyla oynanmış bir hukuk bu!!!
Ayşe Arman yazıyı ''Genetiği Değiştirilmiş Organizmasıyla oynanmış bir hukuk bu!!!'' diyerek bitiriyor. Kuzu Dolly'siyle oynanmış bir hukuk bu. Leptinsiz faresiyle oynanmış bir hukuk bu. Genetiği değiştirilmiş şeker kamışıyla oynanmış bir hukuk bu....Olmuyor. 
Doğrusu, ''genetiğiyle oynanmış bir hukuk bu'', veya ''genetiği değiştirilmiş bir organizma bu hukuk!!!'' olmalı.

Öte yandan, yapılmak istenen analojinin de bilimsel olarak doğru olmadığının altını çizmek gerekli.
Canlıların genomu, binlerce yıl değişmeden duran stabil bir bütünlük değildir, genetik içerik doğal süreçlerle sürekli değişim geçirir. Dahası, hem klasik hem modern tarım tarihinde GDO teknolojisinden önce de tarım ürünlerinin genetik kompozisyonuyla oynanmıştır.

1920lerden günümüze, yaklaşık 3000 tarım ürünü, mutajenik metodlarla sofralarımıza gelir. Mutajenik ürünlerde, bitkiler radyasyon ve benzeri tekniklerle mutasyona uğratılır, ortaya çıkan çeşitlilikte insanların göz/damak zevkine veya üretim etkinliğinin artmasına göre yeni ürünler seçilir.

Binlerce yıllık tarım tarihinde insanlar hibritleme tekniği ile tarım ürünlerini birbiriyle çiftleştirerek, doğal formların genetik kompozisyonunu kendi zevki doğrultusunda değiştirir. Doğada ortaya çıkan ilk kabak, büyük ihtimalle hiç de yemek isteyeceğiniz bir ürün değildir. Kısacası tarım ürünlerine yapılan keyfi genetik değişiklik kavramı, hayatımıza genetiği değiştirilmiş organizmalarla (GDO) gelen bir yenilik değildir, GDO daha ziyade yeni bir teknolojidir.

Sadece tarım ürünlerinde değil bütün canlılar aleminde genetik içerik nesiller boyu çoğunlukla sabit kalan veya organizmal alemin sıkı sıkıya kanunlarına uyduğu çiğnenemez bir anayasa olmadığı için, bu analojinin mevcut durum ve hukuk sistemine uygulanmasını bilimsel açıdan yanlış bulduk. Merak edenler Magna Carta'yı genetik kodla yazıp bir canlının genomuna yapıştırabilirler. Sadece bir jenerasyonda sayısız mutasyon, yani genom değişikliği tespit edebilirsiniz.

Not: Yazıyı yayınladıktan kısa bir süre sonra, @cagriyalgin'ın uyarısıyla bu GDO analojisi çılgınlığının çok daha vahim boyutlarda olduğunu farkettik:
Cemil Çiçek'in çığlıklarını duyun! Genetiği Değiştirilmiş Organizması bozuk bir demokrasiyle Türkiye yoluna nasıl devam eder??!! Gerçekten de çok zor.

Son olarak, @esintu 'nun gönderdiği Mart 2014 haberine bakalım. Eski adalet bakanı Sadullah Ergin, şuur ötesinden dahil olduğu tape krizinde, tapelerin genetiği değiştirilmiş organizmalı olduğunu iddia etmiş. Dağılabiliriz.


17 Temmuz 2014 Perşembe

LÜTFEN BİRİLERİ SERDAR ORTAÇ'A ULAŞSIN !

Bugün Radikal gazetesi yeni bir Acun programı ile karıştırılmaması gereken bir haber yayınladı.

YOK BÖYLE CANLI!!


Çok ilginç, nedir acaba Radikal'i bu kadar şoke eden canlının alameti farikası?

Prof.Dr. Barbaros Çetin, gizli salgın olarak adlandırılan LYME hastalığı hakkında uyarıda bulunarak, "Bu bakterinin yeryüzünde bio sistemine uyan başka bir canlı yok. İnanılmaz derece 150 gene sahip olan bu bakteri süper bakteri. Böyle bir genetik yapıya sahip canlı yok" dedi.

Evet, anlıyoruz ki Lyme hastalığına yol açan bu bakteriyi süper kılan şey  inanılmaz derecede 150 gene sahip olması. İlginç, çünkü iddiaların aksine, Lyme hastalığına yol açan Borrelia burgdorferi isimli bakteride toplam 853 gen var.
Bir yere kadar anlaşılabilir bir hata, belki de sadece rakamlar karıştırıldı. Ne de olsa Borrelia burgdorferi, bilinen en ufak genoma sahip Mycoplasma genitalium bakterisiyle uzaktan akraba ve iki tür de Eubacteriaceae ailesinden. Fakat bilinen en ufak genoma sahip Mycoplasma genitelium bile, 525 gene sahip. Bakterilerin metabolik ve üreme mekanizmaları gözönüne alındığında, bir hücrenin hayati fonksiyonlarını yerine getirerek soyunu sürdürmesi için gerekli minimum genom, 1999 yılında 256 gen olarak tahmin edilmişti.
Gelelim haberin ikinci kısmına. Zaten ''Yok Böyle Bakteri!!!!'' tezini yanlış bir bilgiyle açan bu Radikal haberi, hiç de tahmin etmediğimiz bir yörüngede dolanmaya başlıyor:
ÜNLÜLERİNDE HASTALIĞI Amerika eski Başkanı George W. Bush'un'da bu hastalığa yakalandığını belirten Prof.Dr. Çetin, Parker Posey, Daryl Hall, Amy Tan, Micheal Fox, Richard Gere, Debbie Gibson ve New York valisi George E. Pataki'de bu hastalıkla savaşıyor" dedi. Geçtiğimiz ay MS Hastalığına yakalanan Serdar Ortaç'ın da LYME hastalığı konusunda tetkiklerinin yapılması gerektiğini belirten Prof.Dr. Çetin, "Serdar Ortaç'a ulaşmaya çalıştım ama kimse benimle muhatap olmadı. Gene de Serdar Ortaç'ın LYME hastalığı üzerine yoğunlaşması lazım" dedi. 
İddia edilenin aksine Lyme hastalığının risk faktörleri arasında ünlü olmak yok. 
Halbuki Radikal'e göre Serdar Ortaç ÜNLÜ VE HASTA OLDUĞU İÇİN muhakkak ünlülerin hastalığı Lyme'a yakalanmış olmalı, yetkililerin bir an önce Serdar Ortaç'a ulaşması lazım !!! 
Evet, Lyme enfeksyonlarında birkaç ay içerisinde görülen nörolojik etkiler olabilir. Fakat Serdar Ortaç'ın doktorlarının bizzat hastayı yakınen tetkik ederek koydukları teşhisi uzaktan yanlışlamak, bunu bir de gazetelerden duyurmak ancak Dr. House iseniz alınacak bir risk.
Zavallı adamcağızın üzerine gitmeyin ya, bu bakteriye ve hastalığa dikkat çekmek için de Acun-Serdar ekseninde haber yapmayın. 
Allahını seven Radikal'in üzerine ölü toprağı atsın.

Not: Haberi getiren Otisabi'ye ve Ezgi Altınışık'a teşekkürler!


9 Temmuz 2014 Çarşamba

Halk TV'ye Ünlü Doktor Çağırırken Boyut Atlamak

En İyi Yardımcı Doktor oskarını 3 defa üstüste alan akademisyen Prof. Dr. Murat Öncel, akademiye ve Halk TV'ye teşekkürlerini sundu. 



Not: Fotoğrafı gönderen Şahin Uslu'ya teşekkürler


7 Temmuz 2014 Pazartesi

DOMATESTEN DABBE'TÜL-ARZ ÇIKTI !

Radikal 7 Temmuz 2014 haberiyle kıyamet alameti muştuluyor:


Türkiye'de son yıllarda yaşanan gıda terörüne karşı yetkililer vatandaşı uyarırken, bir kaç gün önce pazardan satın alınan [...] bir domatesten 'yaratık' çıktı!
Gıda terörünün son meyvesi domates gremlini halkımızı bekleyen yeni tehlike. Bu domatesleri yersek bizim de beynimizden böyle yaratıklar çıkıp, nesillerini devam ettirmek ve dünyayı ele geçirmek üzere domates tarlalarına hormon ve GDO serpmeye devam edecekler !!!!!

HAYIR. Radikal'in 'YARATIK!!' diye tanıttığı canlı, domatesin meyve içinde filizlenmesi. Son derece olağan bir durum, domatesin türüne ve muhafaza edilme koşullarına göre gözlemlenebilir.

Haber, gazeteye gönderildği gibi konulmuş. Çünkü Radikal kendini gazeteden ziyade forum gibi hissediyor. Gelin Radikal'e bu mektubu yazan ve canavarla tek başına mücadele etmek zorunda kalan şanssız hanımın yazdıklarını okuyalım:


 Bu arada, biz Bilim-Bilmiyim haberini yazarken, Radikal'den duruma düzeltme geldi.
Bu sefer malesef domates filizlerinin sırrı çözülmüş. Görüşlerini paylaşan uzman, ısrarla 'olağan bir durum, GDO veya hormon ile de alakası yok' dese de, Radikal ''Uzmanlara göre olayın GDO, hormon ile alakası yok ama...'' girizgahı ile panik ve korkuyu körüklemeyi ihmal etmiyor.
Ama ne?
O üç noktayı bir kenara kaldıralım Radikal. Kötü haberlerinizi birbirine tokuşturun, sağlık haberlerinden elinizi ayağınızı çekin.


Not: Haberi bulan Enes Faruk Meniz'e teşekkürler!

29 Haziran 2014 Pazar

Hoşgeldin Ramazan- Sağlık Haberlerinde Ramazan Klasikleri

11 ayın sultanı Ramazan'ın gelmesiyle gazetelerin sağlık sayfalarındaki yalan haberler, iftar videolarında hızlı çekimde açan güller gibi pörtlemeye başladı. 


(Resim: Ramazan ayında sağlık haberlerinin durumu, temsili)


Sabah gazetesi, 28 Haziran tarihli haberinde 'Ramazan'da arı sütü tok tutar' manşetini atıyor.

Haberin devamı şöyle:

Yrd. Doç. Dr. Kekeçoğlu, arı sütünün midedeki pepsin ensimleriyle sindirildiğini, insanları tok tutma yönünde etki oluşturduğunu belirterek, 'İnsanlar, oruç tutarken gün boyu uyuyarak geçiriyor, zorlanıyor ama arı sütü tüketirse buna gerek kalmayacak' dedi.
Arı sütünün midedeki pepsin enzimiyle sindirilmesinde haber değeri taşıyan bir durum yok. Pepsin midede proteinleri parçalayan 3 enzimden biri olduğu için (diğer proteolitik enzimler: tripsin ve kimotripsin), içinde protein olan herhangi bir besin tükettiğimzde (yani neredeyse her öğünde) pepsinin devreye girmesi olağanüstü bir durum teşkil etmiyor. Dolayısıyla bu giriş cümlesi, ne arı sütünün doygunluk hissi yaratması konusunda, ne de başka bir besin yerine arı sütünü tercih etmemiz konusunda bizi ikna edebiliyor.

Devam edelim:
Kekekçoğlu, arı sütünün başka ürünlerde olmayan birçok özelliği bulunduğunu söyledi. Arı sütünün mineraller, vitaminler, karbonhidratlar ve proteinler gibi sayılamayacak kadar besin içerdiğini anlatan Kekeçoğlu, içeriği sayesinde bağışıklık sistemini güçlendirdiğini dile getirdi.
Mineraller, vitaminler, karbonhidratlar ve proteinler iddia edilenin aksine birçok besinde farklı kombinasyonlar ve oranlarda bulunuyor. Üstelik, mineral ve vitaminlerin bizi uzun süreli tok tutmada hiçbir rolü olmadığı gibi, karbonhidratların bu yönde ancak zararı olabilir. Arı sütünün bağışıklık sistemine faydalı etkileri, içinde barındırdığı B vitaminleri ile mümkün olabileceği gibi (yoktur diyemeyiz) henüz tıbbi literatürde geniş oranda kabul görmüş değil.
''Çocuk sahibi olmak, biliyoruz ki bayanlar için çok önemli" diyen Kekeçoğlu, "Arı sütü bunlara iyi geliyorsa, bedeli çok görülmeyecektir. Bayanlarda özellikle yumurtlama gücünü arttırıyor. Erkeklerden çok, bayanlarda görülen 'östrojen' dediğimiz hormon vardır. Dolayısıyla bayanlara şiddetle öneriyorum.
Şimdi yeni bir kulvara girdik, o da 'gün boyu tok tutan' arı sütünün aynı zamanda kısırlık tedavisinde de kullanılabiliyor olması. Tıbben kesinlikle kabul görmemiş, daha çok holistik ve new age tedavilerde, güvenilirliği ve güvenliği test edilmeden önerilen yüzlerce yöntemden biri olan arı sütü kısırlık tedavisi, Sabah gazetesi tarafından araya 'östrojen' ve 'yumurta gücü' gibi okuyanların aklını çelecek anahtar kelimelerle sağlık sayfasında yayınlanıyor.

1. Arı sütü yemenin kısırlığı tedavi ettiğine dair hiçbir bilimsel çalışma yok. Pek de güvenemediğimiz 2008 yılına ait bir çalışma, erkek kaynaklı kısırlık sebebiyle hamile kalamayan çiftlerde kadının vajinasına arı sütü ve bal sürülerek hamilelik şansının yükseltildiğini iddia ediyor. Denemek isteyenler Ramazan'dan sonra bu çalışmanın yazarları ile iletişime geçebilir.

2. Mesele östrojense, vücuda östrojeni çok daha etkili şekilde sunabilecek başka besinler var. 'Nedir bunlar???' dediğinizi duyar gibiyim: örneğin soy fasulyesi, örneğin bezelye, örneğin hormonlu süt...Fakat mesele östrojen değil, hala anlamadınız mı???!!! Unutmadan, östrojeni diyetinize katmaya karar vermeden önce, bir doktora gidip vücudunuzun hormon dengesini öğrenmeniz lazım. Östrojenin vücuda zararlı olabileceği birçok sağlık durumu da var.

3. 'Yumurta gücü' ne?

Gelin bu güzel Ramazan haberini Sabah gazetesinin temennisi ile bitirelim:
Arı sütünün fiyatı oldukça pahalı. Bir kilogramı 10 bin lira değerindedir fakat besin içeriği ve faydaları düşünüldüğünde bizim için en önemli şey sağlıktır. Sağlık için harcamayacağımız para yoktur. Sağlık için faydaları düşünüldüğünde bu parayı kimsenin gözü görmeyecektir.
Paçalarından akan yanlış tıbbi bilgileri bir şekilde yine de bilimle bağdaştırmaya çalışan Sabah gazetesi sağlık haberi, bitiriş darbesini bir de bu ürünün pazarlamasını yaparak vuruyor. İngiltere kralı, rahmetli başkan Kennedy, taçsız kral Pele, Backenbauer, kaleci Mayer, Nadia Komanaçi, Brigitte Bardot ve Fenerbahçeli Cemil ! Hepsi şöhretlerini arı sütüne borçludurlar.

Not: Arı sütü ne ola ki? diyenler için, biz de bilmiyorduk baktık. İşçi arıların salgıladığı, jel kıvamında bir salgı. Bütün larvaları ve yetişkin kraliçe arıları beslemek için kullanılıyor.

Nerede o eski Ramazanlar, horoz şekerleri, mahalleliyi apayrı bir heyecana boğan bozacı sesleri. Artık eski Ramazanlardan bize yadigar kalan çok az şey var, bir tanesi de yanlış sağlık haberleri. Gün be gün onlar da tarihe karışacak, çünkü artık Bilim Bilmiyim yalan kokan haberlerin gazını Ramazan coca cola'sı gibi kaçırıyor.



Not: Haberi bulan Baha Uygar Mitat'a teşekkürler!

22 Haziran 2014 Pazar

GALAKTİK CUMHURİYET BU DEHAYI KONUŞUYOR

En sevdiğimiz bilim haberlerinden olan 'küçük dahiler' ve 'Galaksimiz bu Türk'ü konuşuyor' hikayelerinin eşsiz bir harmanlanması 20 Haziran 2014 günü İhlas Haber Ajansı aracılığıyla gazetelerde yerini aldı:


Tekirdağ’ın Şarköy ilçesinde Google ve Facebook’un açıklarını bulan 15 yaşındaki Enis Getmez, Google’dan teşekkür mektubu aldı. 15 yaşındaki Enis Getmez, Google’ın yaşı tutmadığı için abisi Emre Getmez aracılığıyla iş teklifinde bulunduğunu iddia ederek....

Gelin beraber Google'ın teşekkür ve iş teklifi mektubuna bakalım:


O da nesi, bu mektup Google Adsense'ten. Yani, Google'ın kullanıcılara reklam gelirleri payını dağıttığı ağdan yollanıyor. Teşekkür veya iş teklifinden ziyade, yılda onbinlerce kişiye yollanan rutin bir hesap bilgisi. Bir blog veya youtube üyeliğinize Google aracılığıyla reklam servisi eklemek isterseniz, hesabınızda yayınlanan reklamlar için ortalama bir kullanıcı için yılda (sıkı durun) birkaç dolara tekabül edecek reklam geliri sağlayabiliyorsunuz. Bu mektup da, hesap bilgilerine istinaden yollanmış belli ki. Üstelik, mektup afacan hacker Enis'e bile değil, abisi Emre'ye gelmiş. Enis bu olayı 'yaşı tutmadığı için abisine iş teklifi götürülmesi' ile açıklıyor.

Olayın en büyük kurbanı, saflığıyla şimdiden kendi evladı dahil herkesten kazık yiyebilecek gibi görünen baba Getmez:

''3 YIL İÇİNDE 3 LAPTOP PARÇALADI''
Getmez, "Ben ilk zamanlarda çocuk bilgisayarda oynarken oyun oynuyor zannettim. Dedim ’Oğlum derslerine çalış bilgisayarla oyun oynama derslerinden geri kalırsın’ dedim. ’Baba ben bilgisayarla oynamıyorum program yapıyorum’ dedi. Tabi ben anlamadığımdan bu yaştaki çocuklar internette oyun oynar diye düşündüm (Hislerinize güvenin Bay Getmez). Yine bir akşam eve gittiğimde bilgisayar başında gördüm. Oyun oynadığını düşündüm. ’Baba ben bilgisayarda oyun oynamıyorum. Program yazıyorum. Google’nin internet üzerinden düzenlediği yarışmalarda Türkiye birincisi dünya 9. olduğunu ikinci etap düzenlenen yarışmada dünya 3. oldum’ dedi. Ben anlamadığımdan ’nasıl oluyor’ dedim. Bir süre sonra Google’den mektup geldi (Düzeltelim, Adsense reklam faturası geldi). Oğlum kendisini sitelerine yönetici yapmak istediklerini söyledi (Biz Google olarak yöneticilerimizi böyle seçiyoruz, İhlas Haber Ajansı da aynısını yapıyor değil mi? Sizinki kaç yaşında?). Ben de ’Oğlum sen küçüksün bildiklerini söyleme seni kandırırlar’ dedim (Babayı fazla hafife aldık, aslında oldukça temkinli). 4 yıllık üniversite bitirmiş Amerika’da stajyerlik yapmış bilgisayar mühendisleri bile oğlumun bildiğini bilmiyormuş. Daha küçük olduğu için kendi bilgisini kendine saklamasını, önce okulunu bitirmesini tavsiye ettim. Bu 3 yıl içinde 3 tane laptop parçaladı (Parçalayıncaya kadar çalışmak). Tabi bunun yaptığı işlere kullandığı laptoplar yetmiyormuş. Bilmediğimden bana da söyleyemiyor. Öğrendim, Enis’in yaptığı programları kaldırabilecek 6 inç laptop aldım (Çok fazla yanlış var bu cümlede, Enis ne habis işler çevirmişsin ya). Şimdi bir sorun yok. Benim de anladığım bir şey değil. Bir çok sitelerden Google’den bile teklif var. (Sizin gibi iyimser ve umut dolu insanlarla aynı şehirde, aynı dünyada yaşamak istiyorum)

Son olarak, Baba Getmez'e daha dikkatli olmasını, eve gelecek bir sonraki mektubun da muhtemelen Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'ndan yollanan bir davet mektubu olabileceğini, sakın ha ama sakın ha süpürge, asa ve baykuş masrafları için oğlu Enis'e para vermemesini tavsiye ederiz.

Not: Haberi bulan Baha Uygar Mitat'a teşekkürler!

24 Mayıs 2014 Cumartesi

NASA: Tek Yol Devrim

Cumhuriyet gazetesinin 9 mayıs 2014 tarihli haberi:


Her ne kadar Afrikalı çocukların ensesine NASA amblemi nakış gibi işlenerek fotoşoplamış olsa da, bu araştırma NASA'ya veya NASA bünyesinde bir çalışana ait değil. Araştırmayı yapan University of Maryland'de akademisyen Dr. Safa Motesharrei'ye destek veren fonlar arasında NASA fonları da var, bağlantı bundan ibaret.

Bahsedilen 'rapor' içerisinde burjuva veya komünizm kelimeleri geçmiyor. Araştırma, daha önce birçok farklı akademisyen tarafından da teorik olarak modellenmeye çalışılmış olan 'carrying capacity' mefhumunu türümüze -insanlara- uygulamayı amaçlıyor. Ekolojide, bir türün iç ve dış dengesizlikler olmadığı sürece, teoride sonsuza kadar dengede kalabileceği maksimum nüfusa 'carrying capacitiy' deniyor (belki Türkçeye taşıma kapasitesi olarak çevrilebilir). Bu sayıyı hesaplarken, yaşam alanı, doğal kaynaklar, yemek ve su gibi birçok değişken de hesaba katılıyor. 'Carrying capacity' değerinin altındaki nüfuslar büyümeye meyilliyken, üzerindeki nüfuslar da küçülmeye meyilli oluyor (su ve yemek yetersizliği, çıkan atıklar, doğa tahribatı ve kaynak yetersizliği gibi sebeplerle). Herhangi bir türün 'carrying capacity' değeri, nüfus içi dinamiklere ve yaşam alanına göre değişebiliyor. 

Dolayısıyla, parametrelerin doğal kaynaklar, su ve yemek olduğu bir çalışmada, 'Hayvanlık edip doğal kaynakları çarçur etmeyin' ve 'Kim Kardashian gibi yaşamayın' muadili sonuçlar çıkması şaşırtıcı değil. Kaldı ki, bu sonuçlar bir 'temenni' olarak açıklanmıyor. Artan insan nüfusunun dinamikleri a) doğal kaynakların yetersizliğinde  b) sınıf ayrımının çok sert olduğu koşullarda  c) sınıf ayrımının olmadığı fakat tüketimin çok arttığı durumlarda 'denge' halinden uzaklaşıyor ve taşıma kapasitesinde sabit kalmak yerine çöküşe geçiyor.  

Cumhuriyet gazetesi bu çalışmayı hatalı şekilde aktardıktan sonra haberi de şu cümleyle bitiriyor:
NASA çalışanları yakında kırmızı bere ile dolaşırlarsa şaşırmayalım!
Gördüğünüz gibi espriler havada uçuşuyor.
Elbette bilimi kılıfına uyduran tek gazete Cumhuriyet değil. Hatta bu yazıyı habervaktim'in aşağıdaki haberiyle taçlandıralım ki saçmalamanın evrenselliği üzerine düşünme fırsatımız doğsun:


Not: Cumhuriyet haberini getiren Özgür Can'a, Habervaktim haberini getiren Semir Beyaz'a teşekkürler.





20 Mayıs 2014 Salı

DİKKAT! Şuurunuzu Yitirebilirsiniz

Samanyolu haber sitesi, 13 Mayıs 2014'te yayınladığı sağlık haberi ile okuyanları dehşet ve paniğe sürüklüyor:






























Bu titiz çalışma için Samanyolu'na teşekkürler. Neyse ki şuur kaybı ile kastedilen, yemek zehirlenmesi belirtileri. Ne de olsa haberde yazdığı üzere ''bazı basinler sağlığı olumsuz yönde etkileyebilir''. Sağlık haberciliği vizyonu budur.


İşte az önce salladığı bir çatal marulla şuurunu kaybedeceğinden habersiz bir delikanlı:
Lütfen, LÜTFEN herkes çok dikkatli olsun.



25 Mart 2014 Salı

Kayısı Çekirdeğini Doldurmayacak Endüstri Atılımı

Yurt genelinde bilime ayrılan bütçenin önemli bir kısmının, yöresel lezzetlerin binbir derde deva olduğunu kanıtlamak için harcandığını basında yer alan haberlerde sık sık görüyoruz. Bilim-Bilmiyim'de de daha önce yer aldığı üzere, bu ligde oynayan yerli mallarımızdan gül suyu, manda yoğurdu ve malatya kayısısı medyada liderliği elden bırakmıyor. Elbette, örneğin kelaynak kuşlarına dair bilimsel araştırmaların, Kansas'ta yapılmasını beklemiyoruz. Bu nedenle yöresel ürünlerin ve endemik türlerin üniversitelerimizde araştırılmasına ancak destek olabilir, köstek olmak istemeyiz.Fakat Malatya kayısısının başarı öyküsü oldukça ürkütücü yerlere uzanıyor.

Önce kayısı çekirdeğinin kansere YÜZDE YÜZ iyileştirici etkisiyle başlayalım:



Çekirdeği ile ilgili açıklamalara bu güne kadar hiç rastlamamıştık ama kayısının neden mucizevi kanser ilacı olmadığını daha önce bu blogda işlemiştik.
Yine de bu haberde, 'kullanılmayan milli değerlerimize ağıtlar' kategorisinde görülen bütün folklorik motifleri bulmak mümkün.

1) 'Bütün dünya X değerimizin peşinde, biz kullanmıyoruz!'


2) 'X'te muazzam bir potansiyel var'



3) 'Biz hazırız...Yetkililer yardım etmiyor :('



4) 'Yo yo kendimi değil, memleketi düşünüyorum'



Ve son olarak:
5) 'Düğmeye basın. Şaha kalkar coşarım':



Kısacası Malatya İnönü Üniversitesi, Malatya kayısısını bir dünya markası yapmak üzere yemin etmiş. Konuyla ilgili başka bir haber:



Burada da Dr. Önal, kayısı çekirdeğinde bulunan B17 maddesinin kanseri önlediğini, yurt dışında ilaç olarak kullanıldığını, yabancı ülkelerin Türkiye'den kayısı çekirdeği talep ettiğini, fakat B17 üretecek tesislerin bizde bulunmadığını anlatıyor. 'Hollandalı bir iş adamıyla beraber' Malatya'ya B17 fabrikası kazandıracaklarının da kıvançla altını çiziyor.

Ne var ki, B17 adını ilk kez duyduğumuz bir madde değil.

1950lerde, B17 ve diğer adıyla laetril, Amerika'da büyük bir şişirme kampanyasıyla, kanseri yenen mucize ürün olarak raflarda yerini aldı. Okyanus ötesinde milyonlarca adet sattı, kanser hastalarının son çaresi ve umudu oldu. Halbuki, tıbbi olarak test edilmiş değildi, üstelik vitamin olmadığı halde ''B17 vitamini'' olarak pazarlanmıştı. Bir faydası olmadığı gibi zararları görüldüğünde yasaklandı, Amerika pazarında bir daha asla satılamadı, tıp literatürüne de en büyük kanser şarlatanlıklarından biri olarak geçti. Şimdi dünyanın dört bir yanında, henüz kandırılmamış insanlara çoğunlukla Çin'de üretilen B17 aynı taktikle pazarlanıyor. Bilim ve teknolojiyi geriden takip ediyor olmamız anlaşılabilir, fakat kurnazlık ve uyanıklıkta Amerika'nın 50 yıl gerisinde olmak, bu güzel ülkeye hiç mi hiç yakışmıyor.

Malatya'da fabrikası kurulacak olan B17 ile ilgili gerçekleri deştikçe, kendimizi böcekli mutfak basan Uğur Dündar gibi hissetmekten alıkoyamıyoruz. B17, zararsız bir şarlatanlık değil. Bağarsaktaki enzimler aracılığıyla metabolize ediliyor, hidrojen siyanür ve siyano serbest radikali olarak kana karışıyor (-CN). Siyanürün belirli bir dozun üzerinde vücutta ölüme varan ciddi derecede toksik etkileri olduğunu tahmin edebilirsiniz. Kayısı bademinden ayrıştırlıp yüksek dozlarda pazarlanacak olan bu madde, zaten sadece kayısı bademindeki dozajıyla dahi zehirleyici etkiye sahip. Yurtdışında, bademin (acı kayısı bademi ve diğer tür acı bademlerin) kavrulmadan satışının yasak olmasının sebebi de bu toksik metabolik etki. Ülkemizde ise, henüz fabrikası dahi kurulmadan sadece çekirdekteki B17'den ötürü kimileri ölümle sonuçlanan zehirlenme vakalarını mütemadiyen görmek mümkün:



Bir sonraki kayısı çekirdeği kırıp yeme sefanızda, lütfen aklınızda bulunsun.

Uğur Dündar ile Arena'da buluşmasını umduğumuz Dr. Önal'ın ise tek çılgın projesi B17 fabrikası değil. Kayısı çekirdeğinden 100 milyon dolarlık aktif karbon fabrikası projesi de yolda.


''Kayısı çekirdeğinden aktif karbon üretildi! İnönü Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Önal, 18 yıllık çalışma sonucunda kayısı çekirdeğinden 3 bin 120 metrekare/gram yüzey alanına sahip aktif karbon üretti.''

Bu kadar çılgın bir proje uzmanlık alanımız değil. Fakat tarımsal yan-ürünlerden aktif karbon üretmek (buna kayısı çekirdeğinin yanı sıra kütük veya zeytin çekirdeği de dahil) Dr. Önal'ın 18 yıllık çalışmalarından da önce, yaklaşık 30 sene önce İspanyalı araştırmacılar tarafından çeşitli bilimsel dergilerde basılmış araştırmalar. O günden bugüne endüstriyel olarak kullanıldı mı, astarı yüzünden pahalı geldi mi bilemeyiz. Bu projenin detaylarını Hürriyet Ekonomi'den dinlemek istemiyoruz.

Görünen o ki dünya üzerinde bir karadelik açacak olsak, bunu evrendeki tüm maddeyi Malatya kayısısı çekirdeğine sıkıştırarak yapabiliriz. Tübitak'ı iyi ki kurduk. Bakın Kıbrıs'ın yanına bir tas bırakıyorum, ülkece çekirdekleri orada biriktirelim. Kayısı çekirdeğine binip aya fırlatılmak neden rüya olsun?


Not: Şölen Ekesan ve Eylül Harputlugil'e teşekkürler.



1 Şubat 2014 Cumartesi

Beyinsizlik Özlemi

NTVMSNBC bilim haberleri sayfası 31 Ocak 2014 tarihli haber başlığı:

''2400 DİLİME AYRILAN BEYİN BULUTA AKTARILDI''


''...ölümüne kadar sayısız deneye konu olan Henry Molaison, bulut ortamında ölümsüzlüğe ulaştı.''

Rahmetlinin ölümsüzlüğe ulaştığı ortam tahmin edebileceğiniz gibi dijital bulut (cloud) ortamı, NTVMSNBC'nin açıklamaya gerek duymadığı post modern bir miraç değil.  

Haberi getiren Semir Beyaz'a teşekkürler.




12 Ocak 2014 Pazar

Entel Kadın Hastalıkları Araştırma Enstitüsü

Mahvettiniz hayatlarınızı, entelektüel kadınlar.
İki satır T.S. Eliot okuyacağım, mor kazak giyip filtre kahve içeceğim derken, sonunda sağlığınızdan da oldunuz.
Mahvettiniz hayatlarınızı, ve bizim kaliteli toplum düzenimizi, entelektüel kadınlar. 

Bugün konumuz, sağlık konusunda halkımızı bilgilendirmeyi kendıne görev edinmiş medyamızdan, Türkiye'nin kanayan yarası olan hastalıklı entelektüel kadınlar üzerine bir seçki. 

Önce, Vatan'dan gelsin:

Sonra da  Milliyet'ten:





PMS ENTELEKTÜEL KADININ HASTALIĞIDIR...köyde koyun güden, akşama kadar mısır tarlasında çalışan kadınlarda PMS olduğunu pek görmeyiz.

Köyde koyun güden, mısır tarlasında çalışan aptal kadınlar! Kafalar boş olduğu için stres yapmıyorsunuz, en azından sağlıklısınız, anladınız değil mi? 
Şehir hayatının genel olarak daha stresli bir ortam sunduğunu, stresin insan sağlığına olumsuz etkileri olabileceğini inkar edemeyiz. Adet öncesi gerginlik sendromu olarak da bilinen PMS'in risk faktörüleri arasında, elbette stresli bir yaşam olabilir.
Gelgelelim şehirlerde yaşayan kadınların entelektüel, köylerde yaşayanların cahil kabul edilmesi aymazlığına. Marksist devrim olduğunda kelleniz koparılsın mı istiyorsunuz, Prof. Dr. Tansu Küçük? Buna ek olarak, köylerde yaşayan kadınların yaşamlarında sıkıntı ve stres olamaz mı? Hastaneye erişimi kısıtlı olan kadınların, adet öncesi gerginlik için gerçekten doktor görmek isteyeceğini düşünüyor musunuz? 

Eğer bir entel kadın yakınıysanız lütfen oturun. Hastamızın durumu kritik:

Entel kadının hastalığı MS erken yaşta vuruyor
Multipl Skleroz,  beyin ve omurilikteki sinir hücrelerinin bağışıklık sistemi ve çevre hücreler tarafından tahrip edilmesi sonucu meydana gelen bir hastalık. Sebeplerinin genetik ve çevresel olduğuna dair göstergeler var, hastalığın demografisinde ilgi çeken coğrafi dağılımlar da var (ekvatordan uzaklaştıkça vakaların nüfusa oranının artması gibi). Kısacası, MS'in tam olarak neden ortaya çıktığını bilmiyoruz ama sebebinin entelektüellik olmadığı kesin. 

Entel kadınların Allah'ından yeterince bulmadığını düşündüyseniz, fibromiyalji ile tanışın.



Milliyet, bu haberi bir defa vermekle yetinmek istememiş:


Hem işte hem de evde mükemmelliği yakalamak için çabalayan kadınlar, bir poşette toplanın ve kendinizi çöpe atın çünkü süper kadın oldum derken çürüdünüz.
(Fibromiyalji, gerçekten de kadınlarda çok daha yüksek oranda görülüyor. Fakat hastalığın genetik kökenli olabileceğine dair kuvvetli bulguların olduğunu, ve her ne kadar stresin tetikleyici bir faktör olduğuna dair teoriler ortaya atılmış olsa da işkolik ve mükemmeliyetçi olmanın fibromiyalji ile bağlantısının literatürde ilk defa Milliyet gazetesinde yer aldığını belirtmek gerekir.)

Ah, afedersiniz.
Süper kadın sendromu falan derken, mızmız kadınlara değinmeyi unutmuşuz. Fibromiyaljiyi bu sefer de ona yamasak olur mu? Farkederler mi ya?



Hastane kantininde geyik mi yapıyorsunuz, gazeteye demeç mi veriyorsunuz? Bugün yarın Ece Temelkuran'a birşey olsa, bunun sorumlusu siz değilsiniz de kim????

Fakat denizde kum, kadının entelinde hastalık:
Ülkemizin gazeteleri işbirliği yapmışcasına entelektüel ve çalışan kadına saldırsa da, bu tür haberlerin yarısının Milliyet'ten gelmesi oldukça tuhaf. Şüphelerin, yıl sonu terfisinde kadın iş arkadaşına çelme takmaya çalışan ve işkoliklik konusunda gözünü korkutan erkek bir Milliyet gazetesi çalışanında yoğunlaşması kaçınılmaz.

Evet, entelektüel, işkolik, mükemmeliyetçi ve şehirli erkekler, sizin tuzunuz kuru, harika gidiyorsunuz. 
Entelektüel, işkolik, mükemmeliyetçi ve şehirli kadınlar, siz birkaç sene içinde bağkur veya SSK bünyesinde yer alabilmeyi bile unutun. 
Köylüler, sizin zaten bu kulvarlarda şansınız dahi yoktu. Basit ve rahat kafa hayatınıza dönün. 

Neyse ki henüz bu hastalıkların hiçbiri bende tezahür etmedi de entelektüel olmadığımı biliyorum. Bundan sonra da tek satır okursam beni Baudelaire, Camus, Proust ve Turgut Uyar teker teker çarpsın. Canımızı pazarda bulmadık.








6 Ocak 2014 Pazartesi

Sabah Gazetesi ile Işıldayan Tertemiz Genler


Sabah Gazetesi 6 Ocak 2014 tarihli haberiyle bizlere Genetik teknolojisinin geldiği hayranlık uyandırıcı noktayı muştuluyor. Tam olarak hangi noktaya gelindiğini aslında onların da anlamamış olması üzücü.

Konya'da akraba evliliği yapan bir çiftin ilk çocukları, bu tür evliliklerde sıkça görüldüğü üzere, otozomal çekinik bir genetik hastalık ile doğmuş. İkinci çocukları için endişe eden çifte tüp bebek tedavisi yapılıyor.
Devamını Sabah'tan dinleyelim:
GENLERİNDEKİ HASTALIK TEMİZLENEREK DOĞDULAR
Konya'da çocukları genetik bir hastalıkla dünyaya gelen Avcı çifti yeniden bebek sahibi olmak istedi. Genetiği ayıklanmış 2 embriyo anne rahmine yerleştirildi ve ikizler dünyaya geldi.
İlahi Sabah. Herhangi bir haberinizi ciddiye alacak olsak, genlerin temizlendiğini veya kılçık gibi ayıklandığını düşünüp kendi kendimize boş yere coşacağız. Söz konusu işlem, mevcut genlerin embriyolardan temizlenmesi veya ayıklanması değil, tüp bebek tedavisi sırasında farklı genetik  kombinasyonlara sahip embriyolar arasından, hastalığa sebep olan mutasyonu iki kopya olarak taşımayanların seçilmesidir.

'Genetik geleceğin mesleği!' diye gazı verdiğiniz nesil artık çoluk çocuk sahibi olacak yaşa geldi, Türkiye'de olmasa bile dünyada temel genetik bilgisi artık genel kültürün bir parçası. Sabah gazetesinin sağlık haberlerini hala ninelerimiz mi hazırlıyor?

Bu arada haberde söz ettikleri ataksi telenjiektazi hastalığının, ATM isimli gendeki bir mutasyondan dolayı meydana geldiğini, bu genin diziliminin anne baba ve hastalığı taşıyan çocukta çıkartılarak, sağlıklı dizilime sahip olan embriyoların bu şekilde seçilebileceğini Sabah kayda değer bulmadığı için yazmamış. Gen dizilimi okunmasında meydana gelen en son teknolojik gelişmeler, tüp bebek tedavisinde sağlıklı embriyonun seçilmesi dahil, birçok farklı sağlık avantajı sağlıyor.