2 Aralık 2016 Cuma

Felsefe, Kuantum ve MHP

AKP ile anayasa görüşmelerine oturan MHP'den önceki gün sabah saatlerinde konuya dair önemli bir açıklama geldi:

Kuantum mekaniğinde yeterince donanımlı değilseniz önce sözü MHP Afyonkarahisar milletvekili Mehmet''Schrödinger''Parsak'a bırakıyoruz:
MHP’nin AKP ile anayasa çalışmalarını yürüten ismi Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet Parsak, devam eden anayasa görüşmeleriyle ilgili olarak, "Masaya 'ya bu doğru, ya değil' diyen Aristo mantığı ile değil, 'O da doğrudur, bu da doğru, ikisi de doğru ama hangisi doğru’ diyen Kuantum mantığı ile oturduk" dedi.
Bu kapsamlı interdisipliner çalışmaya vesile olduğu için müstakbel anayasamıza şimdiden teşekkürler. Binlerce yıldır Sokrates, Plato ve Aristo'nun ''ya bu doğru, ya değil'' mantığıyla masaya oturan siyasetçilerin neden bir sonuç alamadığı oldukça açık. ''O da doğrudur, bu da doğrudur, ikisi de doğru ama hangisi doğru?'' kuantum diyalektiği ile siyaset meydanlarından hızla tüm dünyaya yayılacak bir barış dalgası (ya da parçacığı) bizi bekliyor.

Meraklısına not: Kuantum mekaniği, nanometre ölçeğindeki parçacıkların davranışlarını açıklayan bir sistemdir, zira çok ufak ölçeklerde parçacıkların nasıl davrandığını anlatan klasik Newton mekaniği ve ışığın nasıl davrandığını açıklayan elektromanyetizma teorisi yetersiz kalır. Atom altı parçacıklar, hem parçacık hem de elektromanyetik dalga özellikleri gösterirler. MHP milletvekili Mehmet Parsak'ın herhangi bir zaman diliminde nerede olduğunu kesin olarak gözlemleyebiliyorken, bir elektronun nerede olduğu sorusuna kesinlikle cevap veremez, ancak nerede olabileceği ihtimalini ölçebiliriz. Deneysel bir ölçüm yapıldığında ise (gözlem), bir elektronun nerede olduğu, belirli bir koordinata sabitlenir. Buraya kadar okuduysanız ve durumu tam anlamadıysanız, endişelenmeyin. Sağlıklı beyniniz parçacıkların nasıl davrandığını atom altı seviyesinde değil, bizim ölçeğimizde açıklıyor ve tahayyül edebiliyor demektir. Schrödinger deneyi, gözlem ve elektron davranışını açıklamaya çalışan bir düşünce deneyidir. Ölme ihtimali olan ve kutuya kapatılan bir kedinin, kutu açılıp gözlem yapılana kadar hem ölü, hem yaşıyor olduğunu, iki durumdan birine sabitlenmediğini önerir. Bu deney gerçek hayatta yapılamaz çünkü atom seviyesindeki sistemler için geçerli olan kuantum fiziği kuralları, bizim ölçeğimizde geçerli değildir. Bu nedenle tıpkı Schrödinger'in kedisi gibi, anayasamız da aynı anda hem doğru, hem yanlış olamaz. Olsa dahi, gözlem yapıldığında bir duruma indrigenmek zorundadır. Bu gözlemi Afyonkarahisar laboratuvarlarında Mehmet Parsak yapmışsa, bir sonuca varması ve bunu derhal ''ya bu doğru, ya değil!'' diye de özetlenebilecek olan Aristo mantığı ile halka açıklaması gerekir.
Kuantum mekaniği konusunda daha fazla bilgi için Bilim Kazanı cep yayınını buradan dinleyebilirsiniz.






12 Mart 2016 Cumartesi

Sünnet Derisi, Şafak Sezer ve Kellik

Cinsel organdan kafaya yapılan doku transferiyle büyük bir aydınlanma yaşanan Yeditepe Üniversitesi'nde Şafak Sezer'in de katılımıyla gerçekleşen basın bülteni, Sabah ve T24 başta olmak üzere büyük gazetelerde yer buldu. 

Sabah'ın haberi:

T24'ün haberi:

Bakalım Kelopecia adıyla çıkacak olan bu kellik ilacı nasıl bulunmuş:


''Yeditepe Üniversitesi Genetik ve Biyomühendislik Bölümü Başkanı Prof. Fikrettin Şahin, sünnet derisinin kök hücrelerinden geliştirdikleri kremle kelliğe kesin çözüm getireceklerini öne sürdü.
3 yıllık çalışma sonucu elde ettikleri kremi ilk olarak hayvanlar üzerinde denediklerini ve iyi sonuçlar aldıklarını söyleyen Prof. Şahin, "Tıraş edilen farelerin sırtına formülü sürdük.12'inci günde hayvanların sırtının kılla kaplandığını gördük. Üstelik siyah farelerin yeni kılların çok daha koyu olduğunu gördük" dedi. (Tıraş edilen farenin sırtının 12 gün içinde kılla kaplanması, formülle veya formülsüz gerçekleşen bir durum. Kellik çalışmaları, FOXN1 mutasyonlu nude ve doğuştan kılsız farelerde yapılmalı.) Sünnet derilerinin kök hücresinin, bütün hücre tiplerine dönüşebilme yeteneğine sahip olduğununu tespit ettiklerini söyleyen Şahin," Gördük ki bu hücreler çok özel. Besi ortamlarında farklı moleküller üretiyorlar. [...]" diye konuştu. (Bütün hücre tiplerine dönüşebilme yeteneği, zaten kök hücrenin tanımında vardır. Bunu siz bulmadınız :( )
...
Bedrettin Dalan, ilaca yarı Türkçe yarı latince "Kelopesia" adını vermeyi düşündüklerini söyledi. (İyi bir ilaç isminin birçok kriteri olmasına rağmen, hedef aldığı sağlık sorununu tedavi ediyormuş gibi duyulması iyi olabilirdi. Türkçe'den 'kel' ve latinceden alopecia yani 'kellik' kelimelerini alarak oluşturulan bir isme sahip bu ilaçtan sadece ve sadece kellik bekleyebileceğinizi garanti edebiliriz.)  "Yeğenim" olarak tanıttığı Şafak Sezer'i yanına çağıran ve kendisinin de ilacın gönüllü deneklerden biri olduğunu söyleyen Dalan, Sezer'in saçlarını göstererek "Burada hiç saç yoktu" diye konuştu. (Lol ¯\_(ツ)_/¯)''
Kısa bir literatür taramasından sonra, Yeditepe Üniversitesi'nden çıkan araştırmaların kayda değer bir kellik ilacına işaret etmediğini gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Klinik deneylerin sadece Şafak Sezer'le sınırlı olmasından emin olsak da şüphelensek de, 1 ay sonra piyasaya sürülmesi planlanan ilacı merakla bekliyoruz.
Dini ve kültürel gelenekler, imkan verilince başaran Türk'ler, milli komiğimiz Şafak Sezer...Bir bilim haberinde daha ne arıyorsunuz? 

Şimdi herkes sünnet derisini başına koyup düşünsün: Nerede hata yaptık?


Haberi getiren Serdar Başeğmez'e teşekkürler.






28 Ocak 2016 Perşembe

Bu soruyu çözene 50 bin lira ödül var

Yurdun dört köşesindeki matematik öğretmenlerinin zaman zaman coşayazarak çözülemeyen sorulara ödül biçmeleri medyamız ve Bilim Bilmiyim için yeni bir şey değil. Bu defa akıllara durgunluk verecek matematik sorusu ile bizlere seslenen isim, Diyarbakır'dan Nazım öğretmen.
Matematik öğretmeni olan Nazım Yokuş, 17 yıldır üzerinde çalıştığı, ama önce cevabını bulup sonra soruyu ürettiği, ve çözebilene arabasını satarak 50 bin lira ödül vaad ettiği problemi açıklıyor:

1 sayısından küçük, en büyük reel sayı kaçtır?




Gördüğünüz gibi klavye başında hummalı bir çalışma söz konusu.
Önce reel sayılardan bahsedelim.
Reel sayıların klasik tanımı, sayı doğrusu üzerindeki herhangi bir nokta. Oldukça yetersiz ve ezber olan bu tanım yerine örnek vermemiz gerekirse:
1, 2, 3, 4...
1/3, 7/9, 15/6....
0.746767262764 
3.141592
-1.11111111111
√7
ve benzeri.

''E başka sayı kalmadı? Hangi sayı reel değil?'' derseniz, sanal sayıları örnek verebiliriz: √-1 gibi.

Nazım bey, 1'den küçük en büyük reel sayıyı soruyor. Yani 0.9999 hatta 0.99999999 hatta 0.99999999. Klavyesinde en çok 9'a basabilenin kazandığı bu tatlı yarışa habere yorum getiren vatandaşlar da araba ödülü için dahil olmuş:

Saf matematiksel olan ve fiziki karşılığı olmayan sonsuzluk kavramını özümsemeye çalışmak bugün sadece Nazım Yokuş'u değil, Antik Yunan'dan beri tüm insanlığı yoran bir problem. Yani Nazım Öğretmen'in iddia ettiği gibi matematikte bir açık, akıllara yeni gelen unutulmuş bir sökük değil:
''Matematikte bir açık aradığını kaydeden Yokuş, kimsenin bulamayacağı bir sorunun kendine dert olduğunu ifade etti. Yokuş, şunları söyledi:"Acaba kimsenin bulamayacağı, kimsenin bilemeyeceği matematikte bir açık var mıdır diye dert edinirken, uğraşırken böyle bir soru aklıma geldi.''
Bilim Bilmiyim duruma el atsın. Eğer reel sayılarla uğraşıyorsak,1'den ufak 'en büyük' sayıyı işaret edebilmek için bu sonsuz elemanlı kümeden bir seçim yapmamız gerekiyor. Diyelim ki 'x' sayısını, bu iş için uygun gördük. O halde,

x < 1

Fakat x bir reel sayı ise, 1+x de bir reel sayidir. Ve (1+x)/2 de, x < 1 olduğu için 1'de küçük olacaktır. Bu durumda, 

(1+x)/2 < 1 

ve de,

x < (1+x)/2

Burada bir çelişki elde ediyoruz. Bize '1den küçük en büyük reel sayı' özelliğini veren herhangi bir x sayısı için, mutlaka bir (x+1) / 2 sayısı olur ve bu durumda x artık bu özelliği sağlamaz. Bu sırada haberde neden Nazım Öğretmenin sorunun bir cevabı olması gerektiğine dair ısrarına dönelim:

''Niye cevabının olması gerektir, mantık gereği 1 sayısından küçük reel sayı olarak düşünürseniz sonsuz tane var. Küçük olan bir sürü var. Bunlardan bir tanesi muhakkak büyük olmalı. Bu süreç içerisinde ben bu soruyu Houston Üniversitesi'ne gönderdim mail aracılığı ile buradaki Zirve Üniversitesi'ne gönderdim mail aracılığı ile sızıntı dergisine gönderdim. Üniversite olarak 3 üniversiteye yayın kuruluşuna sordum kişi olarak da 600'e yakın bir kişiye sordum. Biz bu sorunun cevabını biliyoruz. Bunun matematiksel olarak ifade edilmesini istiyoruz ispat açısından.''
 Matematikçiler asırlarca yormuş, son derece teknik bir sayı kümesi olan reel sayılar, yine filozofları ve matematikçileri asırlarca yormuş sonsuzluk kavramı ile birleştiğinde, sadece Nazım öğretmenin değil hepimizin kafasını karıştıran bir sorun çıkıyor ortaya. Fakat bu sorunun cevabının, 'merak edilen' birşey olamayacağını, haberi hazırlayan ekipten birilerinin farkedip, metni buna göre yazması ve Gözde öğretmeni uyarması gerekirdi:
''Nazım Yokuş'a sorusunun uluslararası alanda duyulması için destek veren aynı okulda görevli İngilizce öğretmeni Gözde Saral da, "Nazım hoca okulumuzun çok değerli matematik öğretmenidir. Bir gün geldi ve böyle bir projesi olduğundan bahsetti. Ben çok etkilendim. Aynı zamanda bu soruyu uluslararası şekilde herkese sunup cevap arayacağından bahsetti. Bu yüzden projesini İngilizce'ye çevirme ihtiyacı vardı. Bu anlamda benden yardım istedi. Projeyi ilk okuduğumda ben de çok etkilendim. Ve yardım etmek istediğimi kendisine belirttim ve bunun ardından çevirmeye başladım. Açıkçası sorunun cevabını ben de merak ediyorum ve bilmiyorum" diye konuştu.''
 Uzatmayalım. Sonsuzluk ve reel sayılar konusundaki kafa karışıklığı ve merak anlamında Nazım Yokuş'u kalpten anlıyor, üzerine gittiği sorunun cevabının bir eşitsizlik doğurduğunun matematikte birçok kez gösterildiğini hatırlatıyoruz.


Not: Haberi getiren Erman Korkut'a, yazıyı hazırlarken danıştığım Yusuf Gören'e ise Peano'dan Cantor'a leziz matematik sohbet ve tartışmaları için teşekkürler!










21 Ekim 2015 Çarşamba

2. Geleneksel Sabah Gazetesi Gotik Festivali

Neredeyse 1 sene önce, Sabah gazetesinin dünyamızın 3 gün boyunca karanlığa gömüleceğini duyurduğunu, bu asılsız haberin Huzler.com isimli bir siteden kopyalandığını bu blogda işlemiştik. Huzlers.com, ebola salgınında hayatını kaybedenlerin ölüler aleminden geri dönebildiğini de iddia eden, giriş sayfasında haberlerinin asılsız olduğunu peşinen söyleyen bir eğlenceli yalan haber sitesi. Benzer bir uyarının Sabah gazetesinin giriş sayfasına da yazılması gerektiğini düşünenler lütfen bir change.org kampanyası başlatsın.
Zira, 'Görmek istediğin değişimin kendisi ol' vecizesini özümseyen Sabah, yine dünyamızın karanlığa gömüleceğini dış haberler servisi aracılığıyla coşkuyla duyurmuş. Bu sefer daha uzun. Daha karanlık. Neden karanlığa kucak açmayalım? Bu bir festival, ve katılmak istiyoruz!


Geçen sefer işlediğimiz yalan haber gibi bu sefer de haber Beyaz Saray'a konuyla ilgili yazıldığı iddia edilen 1000 sayfalık bir rapor, düzenlenen basın toplantısındaki vakur ifadeler ve NASA başkanı olmaya uygun görülmüş kel bir beyefendi ile açılıyor. Karanlığın sebebi, Venüz ve Jüpiter'in neden olduğu bir dizi astronomik olay olarak belirtiliyor.
İşte o bir dizi olay:
''Venüs, Jüpiter'in güney batısına geçecek ve bu sayede Jüpiter'den 10 kat daha parlak olacak. Venüs'ün yaydığı ışık, Jüpiter'deki gazların ısınmasına ve reaksiyona girmesine neden olacak. Gaz reaksiyonları tahmin edilemeyecek kadar çok hidrojenin uzaya salınmasına sebebiyet verecek. Hidrojen gazı ise Türkiye saatiyle 09.50'de Güneş'e temas edecek. Güneş ile temasa giren büyük miktardaki hidrojen gazı Güneş'te büyük bir patlamanın meydana gelmesine yol açacak. Patlama nedeniyle Güneş'in yüzeyinin sıcaklığı bir anda 9 bin santigrat'a çıkacak. Güneş, sıcaklığı çekirdeğine doğru emerek patlamayı durduracak. Sıcaklıktaki ani artışla Güneş mavimsi bir renge dönecek. ''
Birkaç çeviri hatası olmasına rağmen hikaye yalan haber sitesi Newswatch33'ten birebir alınmış. Newswatch33, aynı haberi kendisinden önce kapatılan Newswatch28'den almıştı. Bu coşkulu şölen için sıra Sabah'ta. 

NOT:  Haberi getiren Serdar Başeğmez, Serkan Güler ve Hakan İyice'ye teşekkürler.









26 Eylül 2015 Cumartesi

Uçak Sesi Göbek Yapıyor


İsveç'te yapılan araştırma, hepimiz için -fakat en çok Kanal 7 için- ibrelik bir mesaj içeriyor:
İki veri arasındaki ilinti, sebep-sonuç ilişkisine bağlı olmak zorunda değildir.

İsveç'te yapılan araştırma uçak sesine maruz kalan insanlar ve göbek çevresi ölçümlerinde doğrusal bir oran tespit ediyor: Daha çok uçak sesi, daha geniş göbek çevresi. Ne var ki, araştırmayı yapan bilimciler, kendi makalelerinde, bu ilintinin muhtemelen sebep-sonuç ilişkisine bağlı olmadığının altını çiziyor. Uçak sesinin yoğun olduğu mahallelerdeki sosyo-ekonomik durum ve hayat tarzı, bu gözlemin asıl sebebini bulanıklaştırıyor olabilir.

Unutmayalım ki, yüzme havuzuna düşerek boğulan insan sayısı ile Nicolas Cage'in oynadığı film sayısında da benzer bir paralellik söz konusu:


Sebep-sonuç ilişkisi deneysel ve gözlemsel olarak ortaya konmadan, iki veri arasındaki korelasyon (ilinti) herhangi bir sonuca varmak için yeterli değildir.

 Not: Haberi ulaştıran Semih Kaya'ya teşekkürler!



24 Haziran 2015 Çarşamba

Yeni Akit'i Bitiren Fosil :(

Yeni Akit gazetesi, 25 Haziran 2015 tarihli haberinde evrimi bitiren fosilin bulunduğunu muştuluyor:
Fosilin evrim'i bitirdiği (herhalde evrim teorisini çürüttüğü demek isteniyor) manşetlerden verilmiş. Haberin geri kalanını inceleyelim:
''Kanada'nın Kuzey Kutbu'ndaki Ellesmere Adası'nda bulunan 375 milyon yıllık balık fosili, Kanada Tabiat Müzesi'nde sergilenmeye başlandı.''
Bahsedilen fosil, Tiktaalik roseae. 375 milyon yıllık olduğu, Kanada'nın Ellesmere adasında, Devonian dönem kaya tabakalarında bulunduğu doğru. Fakat yeni bulunmadı, fosil bulunduktan sonra ilk makale bundan 10 sene önce basılmıştı. Devam edelim:
''Dünyanın geçmişine ışık tutan milyonlarca fosil arasında önemli yeri olduğu belirtilen balık fosilinde, hiçbir değişiklik gözlemlenmedi.''
Taşlaşmış fosilde nasıl bir değişiklik gözlemlenmesi gerekiyordu?
''375 milyon yıldır hiç değişmeden günümüze kadar gelen fosil, canlıların birbirinden evrimleşerek türediğini iddia eden Evrim teorisine bir darbe daha indirdi.'' 
Tekrar soruyoruz, 375 milyon yıldır bir kayanın içinde yekpare bekleyen fosilde, nasıl bir değişim ve evrimleşme bekleniyordu?

                                            Resim: Tiktaalik roseae 

Haberi okuyunca üzüldük. Yeni Akit hiç girmemesi gereken bir topa girmiş. Evrim teorisi toprak altındaki fosillerin değişim geçirdiğini iddia etmez, bu olayın da bu kadar yanlış anlaşıldığına da çok sık rastlamayız. 
Evrim teorisi, canlıların nesilden nesile mutasyonlarla değişerek çeşitlendiğini, böylece bulundukları yaşam alanlarına adapte olduklarını savunur, canlıların çeşitliliğini ve çevreye uyum başarılarını bu şekilde açıklar. Bu değişimin izlerini, farkli dönemlere ait fosillerde gözlemlenen şekilsel değişikliklerde de bulabiliriz. Tek bir fosilin toprak altında şekilsel değişime uğradığı fantezisi, evrim teorisi külliyatında bir defa dahi zikredilmemiştir. 
Yeni Akit, sana bir  tavsiyem, yazık o, git gazetene sahip çık önce. İnşallah Allah seni, o geride bıraktığın fosille terbiye etmesin.
***
Bu noktadan sonra, Tiktaalik fosilini okumak isteyenler devam etsin.
Bilimsel teoriler, güçlü gözlemsel ve deneysel incelemelerle desteklenen, bilimsel düşüncenin doğa olaylarını açıklarken sunduğu en kuvvetli önermelerdir. Dolayısıyla evrim teorisi bir iddia değil, yüzlerce yıllık bilgi birikiminin toparlamasıdır. 
Evrim teorisinin dayandığı temeller, sadece fosil kayıtları ile değil, moleküler ve gelişimsel biyolojik bulgularla ve genetik dizilim incelemeleriyle desteklenir. Yine de, evrim-karşıtı birçok kanaat önderinin (genelde son 50 yıldır birbirlerinden kopya çektikleri için) ısrarla  'EVRİMDE ARA FORM FOSİLİ!!!' takıntısında saplandığını görürüz. Evrimsel süreçte her canlının birbirinin ara formu olduğunu belirtelim, daha sonra Tiktaalik'in aslında neden harika bir ara form rolü üstlenebileceğini açıklayalım.

Tiktaalik Devonian dönemde, yani bundan 300-400 milyon yıl önce yaşamış olduğu düşünülen bir balık türünün fosili. Devonian dönemde dünyada ne var ne yok? Balık çeşitliliğinde bir patlama var. Bitkilerin ve böceklerin karaları istila etmesi var. Yapraklarını döken bitkiler var. Yapraklarını sığ sulara döken, bu sayede sığ suları besin bakımından çok zenginleştiren bitkiler var! Bir de rekabetin yoğun olduğu balıklar aleminde, besin bakımından zengin sığ suları mesken tutan Tiktaalik gibi hayvanlar var.

Tiktaalik, tarihsel çizelgede tetrapodların, yani dört ayaklı ve karada yaşayan hayvanların hemen öncesinde beliriyor. Tetrapodlar ile balıklar arasında, hayvanların form ve fonksiyon olarak ne tür değişimler yaşadığına güçlü bir ışık, adeta bir endüstriyel fener tutuyor. Kısmen suda yaşadığını gösteren solungaçları, fakat ara ara kafasını sudan dışarı çıkardığını gösteren bir boynu var! Tiktaalik, karadaki hayvanlar gibi bir boynu olan ilk balık fosili. Bunun dışında, vücudunu karada da desteklemesi gerektiğini gösteren, ve tetrapodlarınkileri andıran güçlü kaburgaları var. El kemikleri, kemiklerin şekli ve dizilimi bakımından bir balığın yüzgeçleri ile bir tetrapodun el kemikleri arasında, ve hatta bilek kemiklerinin dizilimine geçiş sağlamış olabilecek kemikler bile gözlemlenebiliyor.

Kısacası Tiktaalik, bir balık ile karada yaşayan bir tetrapod arasında, birçok form ve fonksiyondaki geçişi açıklayan, daha da önemlisi, balıkların karaya çıkmadan önce de bu adaptasyonları edinmiş olabileceğini gösteren, evrimsel biyolojinin mihenk taşı sayılabilecek bir fosil.
Yeni Akit'i kim işlettiyse, tebrik ediyoruz. Böylece bu fosile Bilim-Bilmiyim'de yer verebildik. Tiktaalik'i ve bulunuş öyküsünü dinlemek isterseniz, bizzat fosili keşfeden Neil Shubin'in kendisinden dinlediğimiz hikayesi ve daha birçok detayı şu cepyayınında bulabilirsiniz:

Resim: Yeni Akit sayesinde burada işlemekten gurur duyduğumuz kol fosil kayıtları. Panderichthys her hali ile mülayim bir balık yüzgecine sahipkenAcanthostega iğne oyası gibi işlenmiş tetrapod parmak kemikleri ile görenleri hayrete düşürüyor. Tiktaalik, balıklar ile tetrapodlar arasında parmak kemiklerinin uğradığı form değişikliğine güzel bir örnek.


Not: Haberi bulan Babür Erdem'e çok teşekkürler!








20 Mayıs 2015 Çarşamba

Geçmişten günümüze bilimde kadına şiddet



Bu sefer Türkiye medya tarihinde uzun bir yolculuğa çıkıyor ve Geçmiş Gazete aracılığıyla, 1960ların tehlikeli dehlizlerinden bulup çıkardığımız bu haberi inceliyoruz.

Haber, bilimsel bir gelişmeyi muştuluyor: ''Kocalar arada bir eşlerini dövmelidir''.
''Kadınlara atılan dayak, çok zaman müspet netice veriyor. [...] ...dayağın bazı izdivaçları yıkılmaktan kurtardığına.[...] dayağın çok defa faydalı olduğuna kanaat getirmişlerdir....Doktorlar, erkeğin karısını dövmesinin gerek erkeğin, gerek kadının ruhunda mevcut çok köklü birtakım ihtiyaçlara karşılık verdiğini de ilave etmektedirler. Yine aynı bilginlere göre, karısını kayışla veya sopayla döven kocalar, evlerine son derece sadık erkeklerdir.''
Okuduklarınız karşısında göz bölgenizde kanlanma, derinizde çekilme oldu mu? Kim bu habis ruhlu araştırmacılar? Dr. John E. Senel kim?
Literatür kazan, bilim-bilmiyim kepçe, orjinal araştırmayı bulduk. Başyazarın ismi, elbette yanlış yazılmış, doğrusu, Dr. John E. Snell olacak.


Diğer yazarların ismi doğru, ve çok şükür ki haberin tek doğru kısmı bu. Zira, haberde de belirtildiği gibi şiddet gören 37 kadını inceleyen bu araştırma, dayak atmanın kadına ve evliliğe iyi gelip gelmediğine yoğunlaşmıyor. Makale, şiddet gören ve bunun için polise başvuran kadınların bulundukları hanede aile dinamiklerini araştırıyor (Erkekte cinsel yetersizlik bulgulardan biri).

***

Türkiye'de medya, o günlerden bugünlere epey yol kat etmiş görünebilir, neyse ki günümüzde dayak övücülük gazeteciliğin dipsiz kuyularında bile mevcut değil. Yine de, kadına şiddeti normalleştiren ve sık sık karşımıza çıkan şu örnekleri ve benzerlerini unutmayalım. İlki, Milliyet Blog'dan. Daha sonra, 'dövdükten sonra sizinle sevişen kocalarınıza aldanmayın, dayak kötüdür :(' mesajı ile devam eden yazının, kullandığı başlık ve girizgah, iki tarafın onayı olmadan gerçekleşen bir şiddet söz konusu olduğu için mide bulandırıcı (bunu söylemeye gerek var mı?):



İkincisi, TRT haber'dan video haber. Buyrun, hiç sevmediğiniz kadın şoförlerin FECİ DAYAK yemesini zevkle izleyin:


 Gazeteciliğin kadına şiddeti gizliden gizliye pohpohlamayı bıraktığı ve bunun için bilimi kullanmadığı müspet bir istikbal dileğiyle.