27 Haziran 2012 Çarşamba
Sevgili Güzin Abla
Arşivlerden çıkardığımız bu yazıda, Güzin Abla okurlarına gripten korunmak için akıllara zarar bir anekdot ile desteklediği tavsiyesini sunuyor. Birçok genç kızımız için sağduyunun sesi, Türkiye'nin sosyolojik fenomeni Güzin Abla'dan hiç de beklemediğimiz bu hamle karşısında yapabileceğimiz tek şey, aşağıdaki hikayeyi kesip biçmek, türk basınının heryerine sızmış asparagas bilime bir darbe de Güzin Abla aracılığıyla vurmak olur. İşte yazıdaki o hikaye:
''Yıllar önce, dünyada 40 milyon kişinin “grip”ten öldüğü salgında, bir doktor, griple mücadeleye yardım amacıyla çiftçileri ziyaret eder. Birçok çiftçi ailesi gribe yakalanmış ve pek çoğu da ölmüştür. Doktor ziyaretlerine devam eder ve bir sürprizle karşılaşır. Bir çiftçi ve ailesi çok sağlıklıdır. Doktor, aileye herkesten farklı ne yaptıklarını sorar. Çiftçinin hanımı, odaya bir tabak içinde ‘soyulmamış bir soğan’ koyduklarını söyler. Doktor buna inanamaz, bu soğanlardan birini alarak laboratuvarda mikroskopla inceler ve içinde grip virüsünü saptar. Soğan grip bakterisini absorbe etmiş, yani emmiştir. Bu sayede de aile sağlıklı kalmıştır. şimdi yapacağınız şey, bir miktar soğan almanız ve evinizin içinde bir yerlere yerleştirmeniz. Ne olduğunu görmek için bir deneyin. Ne kaybedebilirsiniz? Açıkçası ben de deneyeceğim. Umarım sağlıklı bir kış geçiririz.''
Sevgili Güzin Abla,
Bahsettiğiniz grip, 1918’de meydana gelen ve yaklaşık 50 milyon kişinin ölümüne sebep olan İspanyol gribi olmalı, zira son yüzyılda meydana gelen daha büyük bir grip salgını yok. Çiftçilerin evlerini ziyarete giden doktorumuz, ‘diğer herkesten farklı ne yapıyorsunuz’ dediği zaman, söz konusu evde yapılan tek değişik aktivitenin masaya soğan koymak olması ilginç. Mesela benim, herkesin daire planlarının tıpatıp aynı olduğu apartmanımda bile, komşularımdan farklı yaptığım yüzlerce şey var. Buzdolabı olmayan bir devirde, koca kasabada soğanı evin içinde saklayan tek aile bu mu? Yoksa soğanın bahsedilen etkiyi yaratması için muhakkak masanın üzerinde mi durması gerekiyor?
Gelelim doktorumuzun yaptığı araştırmaya. Öncelikle, grip bakterisi diye birşey yoktur, grip virüsü vardır. Virüs ve bakteri iki apayrı yaşam formudur. Virüsler, kendi kendilerine çoğalma özelliğine sahip değillerdir, kendi kendilerine bir hücre bile değillerdir. Bu bağlamda, aslında bir insan ve bir bakteri birbirlerine, bir virüs ve bir bakterinin olduğundan daha fazla benzerler.
Son olarak, grip virüsünü soğanın içinde zamanın mikroskopları ile görüntülemek mümkün değildir, çünkü virüsler devrin mikroskoplarıyla görülemeyecek kadar ufaktırlar. Virüslerin görüntülenmesini sağlayan elektron mikroskopu, 1938’de geliştirilmiştir.
Rumuz: ÇılgınBilimciXX
17 Haziran 2012 Pazar
Migren Kolyesi
Bugünkü bilim haberi analizimiz, NTVMSNBC sitesinde yayınlanan bir advertorial/haber. Metni beraber inceleyelim:
JAPON BİLİM ADAMLARI MİGREN'İ YOK ETTİĞİNİ AÇIKLADI !
Alman ve Japon bilim adamları gerçekleri açıklıyor!
Her insanın 10/1'inde görünen migren,
kadınların 4/1'inde en sık rastlanan ve tedavisi olmayan bir rahatsızlık olarak
belirlenmişti. (Matematikte kümeleri işledikten
hemen sonra ilkokulu terk etmediyseniz, kesirler konusunu görmüş olmanız ve
1/10 ya da 1/4 yazabiliyor olmanız gerekir.) Alman
bilim adamları 2005 yılında 4 yıl
boyunca süren araştırmalar yaptı. Birinci kromozomda bulunan sinir hücrelerinin
yanlış sinyaller göndermesi sonucu Migren’in oluştuğunu saptadı (Kromozomlar, alyuvarlar dışında her insan hücresinin
çekirdeğinde bulunan, DNA sarmalının kompakt hale gelerek oluşturduğu yapılardır.
Her sinir hücresinin, birinci kromozomu vardır, fakat ‘birinci kromozomdaki
sinir hücresi’ tanımı, muhtemelen biyoloji tarihinde bir ilktir.). Alman
bilim adamlarına göre bu bozukluk genetik bir yapıdan geliyordu (Eğer birinci kromozomunuzda bir sinir hücresi varsa,
gerçekten genetik bir bozukluk var. Alman bilim adamları haklı).
Tüm dünya bu bilim adamlarının tedaviye
yönelik ilaç çıkaracağını beklerken, Japon bilim adamları bu sinyalleri
düzeltecek bir ilaç yapılamayacağını ve yapılsa dahi bu sinyalleri
elektromanyetik radyasyon dalgalarının (cep telefonu, bilgisayarlar, uydu alıcıları,
modemler, baz istasyonları, elektrikli tüm ev aletlerinin) yol açtığını ve bu
yüzden başarılı olunamayacağını ileri sürmüştü. (Başa
alıp toparlayalım. Birinci kromozomumda bir sinir hücresi var, bu sinir hücresinin yanlış sinyaller göndermesi sonucu migren oluyorum. Japon
bilim adamları da, bu yanlış sinyallerin elektrikli ev aletlerinden geldiğini
söylüyor. Bu durumda migrenimin sorumlusu, mutfak robotum mu yoksa birinci
kromozomuma yapışmış sinir hücresi mi? İşte bilim dünyası bu soruya cevab
veremiyordu.)
JAPON BİLİM ADAMLARI HAKLI ÇIKTI!
Japonya’da geliştirilen bir buluş ile
elektromanyetik sinyalleri engellemeye çalıştığı ispatlandı (Gerçekten harika bir cümle, belirtili nesne kullanımında
yeni bir çığır.). Bilim dünyasında kabul gören bu teknoloji Migren’i yok
etmeyi başardı ve yüz binlerce kişiyi bu hastalıktan kurtardı. Türkiye’de Jinsei Life Power adı altında
satılan bu Japon icadı iki yıldır Türkiye pazarında ve her gün kitlesi gittikçe
artıyor.
Yıllardır Migren rahatsızlığı çeken Jinsei için Yaşar
Göçeroğlu:
“55 yıldır çektiğim migrenden kurtardınız. Almanya’da tedavi terapileri
uygulandı. Tımarhaneye bile yatırdılar
ama çözüm olmadı. Avamigran ve tegredol adı verilen test ilaçlarını kullanmama
karar verildi. Bu ilaçları 1974 yılından beri kullanıyordum ve Ramazan’da oruç
tutmam mümkün bile değildi. Şuanda hem oruç tutabiliyorum hemde o ilaçları
kullanmıyorum“ diyor. (Yaşar bey, tımarhaneye
yatırılınca migreninizin geçmesini beklemeniz ilham verici bir umut hikayesi.)
NEDİR BU JİNSEİ LİFE POWER?
Türkiye’de ilk ve tek radyo frekans
dalgalarını kırdığına dair bilimsel belge içeren tek ürün. (Türkiye’de radyo frekans dalgalarını kırdığına dair
bilimsel belge içeren ilk ve tek ürün, denilmek istenmiş. Bu arada radyo dalgalarının, her elektromanyetik dalga
gibi, kırılmaya ve yansımaya maruz kalabileceğini, bunun için yeni birşey icad
etmeye gerek olmadığını, çünkü su buharı veya sert bir uçurumdan bile kırılabileceğini, herhangi bir metal yüzeyden (özellikle iyi iletken metaller) elektromanyetik dalgaların yansıtılabileceğini hatırlatalım). 2010 yılında İngiltere Kay
Pidgeon'da yaptığı bilimsel
araştırmanın ilk nicel gözlem hipotezini basına açan Jinsei, Uluslararası kabul
görmüş PIP teknolojisi kullanarak vücuda temas halindeyken yapılan ınceleme de
vücuda bir auro kalkanı (Vücuttan yayılan ışınsal
bir enerji alanı)
oluşturduğu ispatlandı. (Aura kalkanının, bir
kavram olarak tamamen paranormal olduğunu, bilimsel hiçbir kanıtı olmadığını
göz önünde bulundurursak, bu PIP teknolojisi incelemesiyle saptadıkları aura’yı
hangi bilimsel kongreye kakaladıkarını merak ediyoruz.)
Sıkı takipçileri ve/veya kullanıcıları
arasında bu ürünü kullanan ünlü simalarda var. Bunlardan bazıları; Ajda Pekkan,
Arda Turan, Fatih Terim, Hakan Yılmaz, Songül Karlı, Ender Saraç, Gökçe Özyol,
Emre Belezoğlu, Hakan Şükür, Süleyman Demirel, Nurseli İdiz, Gökçe Özyol, Christof
Daum, Hakan Şükür, Songül Karlı, Ozan Orhon, Yılmaz Erdoğan, şeklinde liste uzayıp gidiyor.
Televizyon ekranının her köşesinde Jinsei'yi görmek mümkün; Kurtlar Vadisi, Yahşi Cazibe,
Kavak Yelleri, Papatyam bunlardan
sadece bazıları. (Songül Karlı’yı ve Hakan Şükür’ü
iki defa yazmışsınız. Ayrıca, bir ürünün dizide görünmesi, tedavisi açısından
nasıl bir kanıt oluşturuyor?)
FOX TV Ana haber bültenine göre Ajda Pekkan: "Bana bu
kolyeyi Ender Saraç tavsiye etti. Ona müteşekkirim. Vücudumdaki değişikliği
anında hissettim. Çok daha zinde çok daha formdayım" diyor.
Jinsei'nin resmi web sayfasında kullananların
telefon numaralarını bıraktığını da görebiliyorsunuz.
Jinsei'nin başarılı sonuçlar aldığı hastalıklar sırasıyla;
• Migren
• Panik Atak
• Anksiyete
• Denge Sorunu
• Alzaymır
• Yorgunluk ve Halsizlik
• Stres
• Uykusuzluk
• Kemik ve Eklem Ağrıları
• Baş-Bel-Boyun-Omuz Ağrıları
• Ürtiker
• Uyku Apnesi
• Konsantre bozukluğu
DR. Ender Saraç: "Ben kullanıyorum tavsiyede ediyorum, en azından ne yapabilirsek kardır"
demiş.
Jinsei Life Power yetkilileri, sahte
ürün uyarısında bulunuyorTürkiye’de sadece Alka Grup tarafından satışının yapıldığını ve bu
sayede sahte ürünlerin önüne geçtiklerini ekliyorlar. (Peki
sahte bilimin önüne nasıl geçeceğiz sevgili Alka Grup?)
Jinsei ile ilgili sormak istediğiniz tüm
soruları 0212 570 00 57 danışma hattından sorabiliyorsunuz. Daha detaylı bilgi
ve yorumlar içinwww.jinseipower.com adresine girebilirsiniz. Ayrıca ürünü bir ay
kullanıp fayda görmezseniz iade edebiliyorsunuz. Firmayı veya ürünü
araştırdığınız da bu şekilde satışı yapılan ve iki şikayeti olan tek ürün
özelliğini de taşıyor.
Kaynaklar: (Kaynaklar, ürünü sattığınız site,
ve reklamını yaptığınız internet sitesinin arşivinin bütünü! Bu durumda kaynak
vermeseniz, daha etik olmaz mı?)
Bu haberi okuduktan sonra hemen kaynak olarak
gösterilen websitesine yöneldik: jinseipower.com
İnternetten istediğiniz ürünü
satabilirsiniz, ister burç taşı, ister çakra şarjörü, feng shui çayı, veya
hangi neo-spritüel dinin mensubuysanız onun tamamlayıcı ürünü. Fakat sayfanızda bu
ürünü ‘BİLİMSEL ! BİLİM KANITLADI!’ diye satıyorsanız, bize cevap hakkı
doğduğunu üzülerek belirtiriz :(.
Evet, Jinsei’nin ürün satış sitesinin girişi şöyle:
Ardından, büyülü dünyadan içeri buyur ediliyoruz. Hoşbulduk.
Uyarı notlarından göze çarpan bazı başlıklar:
'Jinsei, bilim adamları ve doktorlar tarafından
tavsiye edilen ve neredeyse tüm ünlüler tarafından kullanılan bir üründür.' Neredeyse bütün ünlüler o kadar geniş bir küme ki, kaç kişinin kullanıyor olduğunu tahayyül edemiyorum.
Ayrıca,
'İngiltere'de yapılan bilimsel araştırma da
insan vücuduna olan etkilerini ispatlamıştır.'
Bir sonraki başlıkta da, nanoteknoloji konusu
işleniyor. Eğer nanoteknolojinin ne olduğunu merak ediyorsanız, belki de kaynak
alacağınız son yer Samanyolu TV olmalı, fakat işte size Samanyolu TV kaynak gösterilerek anlatılan nanoteknoloji:
'Dünyadaki
bütün filmleri veya bütün kitapları tek bir cd üzerinde toplamak mümkün mü? Bu
soruya biraz da kafa karışıklığı içerisinde hayır cevabı verebilirsiniz. Evet
bu itopik, inanılmaz gibi gelen hayaller nano teknolojiyle mümkün olabilecek.
Bilim adamları nano teknoloji sayesinde imkansız gibi görünen pek çok buluşa
imza atabilecekler
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, bir yalanı
pazarlıyorsanız ve bilimsellik kılıfına sokmaya çalışıyorsanız, yapacağınız en
sağlam iş, güvenilirliği yüksek bir şeyi sahiplenmek ve ürününüzü ona yamamaya
çalışmaktır. Nanoteknoloji, tabii ki bilimde yeni ufuklar açan bir alandır,
üzerine binlerce methiye ve güzelleme yazılabilir. Fakat bize nanoteknolojiyi anlatıp puan toplamadan
once, Jinsei ürününüzün nanoteknoloji ile ne gibi bir bağlantısı olduğunu açıklamanız
gerekir. Bu, kurşun dökmeden once kimya bliliminin faydalarından bahsetmek,
‘işte kurşun dökmek bu yüzden binbir derde devadır’’ diyerek konuyu kapatmaya
benzer.
Nanoteknoloji ile ilgili paragrafa devam
edelim:
'Nano:
Santimetre, metre gibi bir ölçü birimidir. Nano, 1 milimetrenin milyonda 1'i
demektir. Elmas ve kömür karbon atomlarını oluşturur. Fakat milyonlarda ton
kömür verseniz kaşıkçı elmasını alamazsınız. Elması farklı kılansa onu
oluşturan karbon atomlarının dizilişidir. Elmasta karbon atomları daha sık ve
düzenli ancak kömürde ise daha düzensiz ve seyrektir. İlerde bilim adamları
nano teknoloji ile bu dizilişle oynayabilecek, kömürden elmas elde
edebilecekler.'
Yine,
okuyucuyu gerizekalı yerine koyan bir üslub ile nanoteknoloji anlatılmış.
Nanoteknolojinin vizyonu elmas yapımına indirgenebillir mi? Kömürden tonlarca elmas
ürettikten sonra elmasın bir değeri kalır mı? Neyse ki imdadımıza, bir sonraki
paragraftaki bir diğer geniş vizyon yetişiyor:
'Türkiye’de
nano teknoloji üzerine yapılan çalışmada, saç telinin üzerine yazı yazılması
gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma
Merkezine ve Bilkent Ulusal Araştırma Merkezlerini ziyaret etti. Saç telinin
üstüne yazılan ismi inceledi. "Türkiye nano teknoloji’de öncü devletlerden
biri olacaktır" dedi.'
Hayalimizde
çizilen sahnede, cumhurbaşkanımız saç telinin üzerine yazılan ismini inceliyor,
inceliyor, ve bu beyanatı veriyor. Saç teline ABDULLAH GÜL yazılması, nanoteknolojinin
alamet-i farikası değildir. Öte yandan, saç teline yazılmış isme bakarak,
Türkiye’nin bu alanda öncü ülke olacağı sonucuna varılmaz.
Mevzubahis
ürünümüzün insan sıhhatine faydalarının bilimsel olarak kanıtlanmasına da
değinelim. Araştırmaların yapıldığı Kay Pidgeon denilen yeri daha once hiç duymadığımız
için Google’ladık ve bir websitelerine ulaşamadık, fakat dolaylı linklerden
anladığımız kadarıyla burası bir alternatif tıp merkezi. Bir araştırma
enstitüsü olmadığı gibi, bir bilim yuvası da değil. Bizlere kanıt olarak
sunulan PDF dosyaları da, hakemli ve akredite bir bilimsel dergide yayınlanmış
değil (aslında bakarsanız, popüler bir bilim dergisinde bile yayınlanmış değil). Olsun, yine de iddia edilen bilimselliğe bir şans verdik ve bu dosyaları
ve fotoğrafları hemen incelemeye aldık.
Öncelikle, araştırmanın nicel olarak
yetersizliğinden bahsedelim. Bir insan bedeninin Jinsei kolyeyi takarken ve
takmazken çekilen ‘aura’ görüntüleri için kaç deneme yapılmış, kaç denek
kullanılmış, görüntülemede kullanılan metodlar nelerdir, bunlardan bahsedilmemiş,
muhtemelen n=1 olduğu için.
Kontroller eksik. İnsan bedeninde kolye ile, kolyesiz , ve ek olarak,
kolyenin ebatlarına ve materyaline benzeyen bir ürün ile görüntüleme
yapılmalıydı. Bütün bunların ötesinde, PIP metodunun tam olarak ne olduğuna, kalibrasyonun
nasıl yapıldığına, bir metod olarak daha önceden test edilip edilmediğine dair
referanslar gerekirdi. Raporun en son sayfasında gördüğümüz şu açıklama,
aslında bizi pek de şaşırtmıyor:
Tercümesi: PIP
metodu, güvenilirliği kanıtlanmamış bir araştırma aracıdır ve tıbbi teşhis için
kullanılamaz. Bu rapordaki görüşler kişiseldir ve pratisyenin PIP, Elektro
Kristal Terapi, Homeopati, Biyorezonans terapisi ve Reiki alanlarındaki
eğitimine ve 22 yıllık tamamlayıcı tedavi tecrübesine dayanır.
Kısacası,
bilimselliğin dayandırıldığı raporu hazırlayan kişinin geçmişinde hiçbir
bilimsel eğitimi yok.
Bu
pazarlama stratejisi karşısında şapka çıkarıyor ve bir adet Jinsei power kolyesi
edinmek üzere müsait bir yerde iniyoruz.
11 Haziran 2012 Pazartesi
Serbest düşüşle ışık hızını geçmek
Sabah gazetesi 11 Haziran 2012 tarihli haberiyle genel izafiyet teorisini yerle bir ediyor.
''Uzay atlayışıyla ışık hızı duvarını kıracak''
37 bin metreden atlayacak olan ve paraşütünü açmadığı ilk 35 saniye içinde ışık hızı duvarını aşmayı planlayan Avustralyalı çılgın paraşütçümüzün bu süreçte dünyaya inmeden önce zamanda yolculuk da edeceğini öngörüyoruz. ''özel bir kıyafet ve oksijen tüpleri ile hayatta kalacak'' olan aventürperest Baumgartner, ışık hızına ulaşan bir maddenin enerjiye dönüşümünden haberdar olan annesinin haklı endişelerinden çekiniyor olsa gerek, atlayışını O'ndan gizlemiş.
Bize de arkasindan su dökmekten ve 'bu hız duvarı, ses hızı duvarı olmasın?' demekten başka birşey düşmez.
3 Haziran 2012 Pazar
İki kaşık beyin, bir paket abartma tozu
''Eğer yüksek zekanızın anne-babanızdan geldiğini zannediyor veya aptallığınız için onları suçluyorsanız, biraz haklı olabilirsiniz. Ancak bu onların sizi nasıl büyüttüklerine bağlı değil. Tersine, bilim insanlarının yaptığı bir araştırma zekanın tek bir gene bağlı olduğunu gösterdi.''
Aptal olduğunu düşünen ve bunun için anne-babasını suçlayan bir insan (gerçekten varsa), bu haberden sonra haklı çıktığına sevinmeli mi yoksa birkaç kutu Pasiflora içerek sakinleşmeli mi karar veremiyorum. NTVMSNBC 16 nisan 2012'deki bilim haberiyle, zekanın yetiştirilme tarzı ile alakalı olmadığını, tamamen genetik olduğunu, üstelik kalıtımının tek bir gene dayandığını iddia ediyor ve kötü bilim haberciliği av mevsiminde bizim için yaz sezonunu açıyor. Girizgahta verilen bilgilerin tamamen yanlış olduğunu, yapılan araştırmadan bu sonuçların kesinlikle çıkartılamayacağını belirterek başlayalım.
Bir kalıtımsal özelliğin tek bir gene indirilebilmesi, hem kalıtımda hem de fenotipte çok keskin çizgiler getiriyor. Zekanın böyle birşey olmadığını, toplumda dağılım olarak büyük bir farklılık gösterdiğini, üstelik zekanın tam olarak ne olduğunu tanımlamanın da çok zor olduğunu, farklı türleri olduğuna dair teorileri biliyoruz. Bu, sadece zeka için geçerli değil. Uzun bir süre bilim dünyası, insanlarda boy farklılığının altında yatan genleri belirlemeye çalıştı. Yüzlerce aday gen bulundu, bunların hiçbirinin uzun veya kısa olmayı yüzde 1-2'nin üzerinde etkilemediği ortaya çıktı. Zeka ve boy gibi fenotiplerin, belirli bir kalıtım mekanızmasını olduğunun farkındayız, fakat kalıtımı bir veya birkaç gene indirgeyebilmiş değiliz. Muhtemelen yüzlerce genden her biri ufak katkılar sağlıyor, gelişimsel süreçte çevresel faktörler de rol oynuyor.
''...zekanın tek bir gene bağlı olduğunu gösterdi.'' gibi iddialı bir girişle haberi abartıp dikkatimize sunan NTVMSNBC ise, haberin devamında da bilimsellik meşalesini elinden bırakmıyor:
''Söz konusu gen değişikliği, IQ puanını 1.29 puan artırabildiği gibi, ortamala bir beynin hacmini yüzde 0.58 artırabiliyor. Bu da yaklaşık iki çay kaşığı kadar ekstra beyin gücü anlamına geliyor.''
Beyin gücünün, beygir gücü gibi bir konsept olarak yansıtılması ve çay kaşığı ile ölçülmesi, Türkiye'de bilimin halka indirilmesi için doğru bir adım gibi gözükse de, bilim elitistleri olarak 'olmamış' diyor ve avımızı gururla asıyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)