4 Aralık 2013 Çarşamba

Başarı İsminizde Gizli

Geçtiğimiz günlerde Hürriyet gazetesindeki bir fotogaleri, çok büyük bir iddia ile açıldı:
İsmin hiç bilimi, ilimi olur mu! Olur. 1950’den beri hayatımızda olan isim bilimi, isimlerin hayatımızdaki pozitif ve negatif etkilerini istatistikî raporlar tutarak inceliyor.
 Tamam. Bu gece burada kamp yapabiliriz.
Kemal Haluk Cebe, işinde uzman ‘İsim Koçları’ yetiştiriyor. [...] Cebe’ye göre ismimiz hayatımızı, sağlığımızı, kariyerimizi hatta aşk hayatımızı bile etkiliyor. Etki oranları da az değil! isminiz %60, göbek adınız %10, soyadınız da %30 oranda hayatınızı etkiliyor. Cebe; “Kuantum felsefesine göre her şey titreşimden ibarettir. Kişiye ismiyle hitap ettiğimiz zaman harflerin titreşimleri hem evrene hem de hitap ettiğimiz kişiye çarpıyor. Bu da kişiler üzerinde olumlu veya olumsuz etki bırakıyor” diyor. “Mesela ‘-e’ harfi çoksa boğaz yolları ve trioid etkilenir, ‘-a’ harfi çoksa kan tablosu bozulur” diyor.
Hayat, doğum ve nefes koçlarından sonra gündemdeki eksikliği ekseriyetle hissedilen isim koçları, diğer koçdaşları gibi kuantum felsefesini öğretilerine dahil etmeyi unutmamışlar. Kuantum fiziğinin sözde-bilimciler tarafından 'hepimiz anlamış gibi yaparsak kimse sorgulamaz' felsefesine dönüştürüldüğü ve her muhabbete meze olduğunu daha önce Bilim-Bilmiyim'de görmüştük. Evet kuantum felsefesinde harfiyen yazdığı üzere, isminizdeki harfler titreşip evrene ve hitap ettiğiniz kişiye çarpıyor. ŞU ÇOCUKLARA SERT ÜNSÜZ İSİMLER KOYMAYIN ARTIK! Yumuşak ünsüzlerle devam edelim.

Hürriyet isim biliminin inceliklerini daha iyi kavrayabilmeniz için görseller de hazırlamış, sonuçta bu bir foto galeri:

Harflerin önemini anlatan eşsiz bir çalışma, harf ağacı:

İsim biliminin inceliklerine değinen çok açıklayıcı bir görsel, alfabe:
Daha çok harf:

İsimlerindeki harflerden memnun olan çocuklar:
Odayı istila etmek üzere olan harflere tedirginlikle bakan ve 'hayatımı mahvettiniz' diyen adam:

Son olarak, aralarında B6 ve B1 de olduğu için bir vitamin görseli olduğunu tahmin ettiğimiz, fakat haberi hazırlayan kimse tarafından sorgulanmayan ve tamamen normal karşılanan, tavadan fışkıran harfler:
Kendisinden 'isim doktoru' olarak bahseden Cebe'nin diğer gözlemleri şöyle:
 Cebe’den isimlerin titreşimi olduğunu, tıpkı bir musiki nağmesi gibi titreşim yaydıklarını ve 11 yıllık çalışması sonucunda harflerin notalarını tespit ettiğini öğreniyorum. Yani eğer bebeğiniz varsa ve biraz da huzursuzsa ona ninni söylemeyi deneyebilirsiniz. Çünkü bebeklerin sözcükleri bilip bilmemeleri önemli değil, önemli olan sözcüklerin ve harflerin titreşimleri.
11 yıllık bir çalışmanın ürünü olan ninni postulatı'nı zorlamak istemeyiz ama eğer bebeğiniz ninni ile sakinleşiyorsa, bu harflerin musiki nağmesi gibi titreşmelerinden değil, ninninin de bizzat musiki olmasından dolayı olabilir mi? Neyse, devam edelim çünkü okumaya doyamıyorum:
“Önce kariyer” diyenlerdenseniz yine harflere kulak vermenizi öneriyor. Bakın hangi harf hangi meslek dalında başarıyı temsil ediyor; ‘S – mimar, mühendis, N – yazar, gazeteci, M – finans, pazarlama, serbest ticaret, C – güzel sanatlar, isminiz ‘-P’ harfiyle başlıyorsa ya da isminizde ‘-P’ harfi varsa yaşadınız tüm meslek dallarında başarıyı yakalayabiliriniz.’ 
ALLAH KAHRETSİN. Pilim-Pilmiyim olarak değiştiriyorum blogun ismini.
Haberin bir sonraki bölümü, isimler üzerinden siyasi analizlere kayıyor:

TÜRKİYE – MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Son derece uyumlu... Titreşimleri son derece yüksek. Çok büyük güçlülüğü göstermekte.

TÜRKİYE - SURİYE
Örf adet gelenekle içi içe geçmiş. Türkiye gerçeği, Suriye hayali temsil etmektedir.


TÜRKİYE – ALMANYA
Hiçbir şekilde uyumu olmayan ülke gurubundadır.

TÜRKİYE – KUZEY IRAK
Uyumları mevcut diyalog içinde olabilir.


RECEP TAYYİP ERDOĞAN – BEŞŞAR ESAD
İsimler arasında çelişki çok.


Evet bu kadar sosyal bilim yeter. Adına bilim denen, yani deneysel metodlar veya gözlem ile evrenin yapısını sistematik olarak inceleyen entellektüel arayış olan isim bilimine geri dönelim.İşte çocuğunuzun isminde yer alabilecek harflerin listesi:

A– 2’den fazla olmamalı

B- Konabilir. Sezgiler güçlü olur

C- Şart değil

D- Olabilir. Hırsı getirir.

E- Olmasa daha iyi olur en fazla 1 adet soyadında varsa, hiç olmasın

F- Uygundur 


G- 1 Tane iyi olur.

H- Olmazsa olur

I–İ- olmazsa olur

J- Çok uygun değil

K- Olursa en az 1 tane çok iyi olur.

L- olabilir 


M- 1 adet olması iyi. Ama sağ veya solunda a muhakkak olsun

N– Fena değil

O- olabilir

Ö- Olmazsa daha iyi

P- Olabilir

R- Olmasa da olur 


S-Ş- olursa iyi olur

T- Tercih edilmez

U- 1 tane geçmemek kaydıyla olur

Ü- Konmasa daha iyi olur.

V- Çok elzem değil.

Y- Duruma göre konabilir. Ama olmazsa daha iyi olur

Z- 1 tane olursa daha iyi. 


Bu listede çok büyük sorunlar var. Öncelikle, bilimsel metodoloji iddiasıyla yola çıkmış bu disiplinde, 'olmasa da olur', 'fena değil..' 'ŞART DEĞİL' gibi lakayt tanımlar görmek bizi üzüyor. Daha da önemlisi, bu harflerin fonetik olarak mı, harf olarak mı ele alınması gerektiğini anlamadık. Bazı dillerde iki ayrı harf olarak temsil edilmeyen ayrı seslere yaklaşımımız nasıl olmalı? Yazılışı fonetik olmayan dillerdeki okunmayan harfleri, ek ses olarak değerlendirmeli miyiz? Çince gibi tonal dillerde, ton farklarının isim bilimindeki yeri nedir? Bu hipotezin evrenselliği konusunda daha ne kadar vakit kaybedebiliriz? Bütün bunların yanında, çocuğumuzun isminde bulunması 'uygun' olan harfler çok kısıtlı: B, D, F, L, N, O, P, S, Ş, ve duruma göre Y (ama olmazsa daha iyi olur). Uygun olan ve varlığı lüzumsuz görülmeyen tek ünlü harf, O. Türkçe bu sorunun üstesinden gelebilecek mi?
Girizgahtaki soruyu baştan soralım.
İsmin hiç bilimi, ilimi olur mu!
Olmaz.
Bugün doğacak çocuklara isim önerileri: kız için PBDFL, erkek için OBDLRR. R'ler olmasa da olur.

Not: Haberi gammazlayan Cem Şengel ve Yetkin Yılmaz'a teşekkürler!





25 Kasım 2013 Pazartesi

Cami Temelinden Dinozor Çıktı

''Köylerinde yapımına başlanan caminin temelinin kazılması sırasında fosile rastlandığına değinen Koçak “70-80 yaşındaki insanlara gösterdik ama onlarda hangi hayvana ait olduğunu bilemediler. Bizde bu fosili şimdilik derneğimizde sergiliyoruz. Fosili görmek için her gün çok sayıda vatandaş geliyor” dedi.''
Radikal gazetesi, yaklaşık son 1 senedir bilim sayfasını -yani blogumuzun en verimli ekmek kapılarından birini- kapatmıştı. Bu kapı, geçen hafta Radikal'in paleontoloji camiasına bomba gibi düşen haberiyle adeta kırılarak açıldı. Eski alışkanlıklar bir gazetenin yakasını kolay kolay bırakmaz:


Ankara'nın Çubuk ilçesinde bir cami inşaatının temelinde bulunan hayvan iskeleti, tahminen sadece sahip olduğu iki görünür vasıf yüzünden, yani iskelet olduğu için ve bir hayvana ait olduğu için cami imamı ve Radikal gazetesi otoritelerince dinozor fosili olarak sınıflandırılıyor. Bu sınıflandırmada kriterlerin ne olduğunu merak ediyorsanız, sayfanın başındaki alıntıda yazıldığı gibi, 70-80 yaşındaki yaşlılara sorulması ve bir cevap alınamaması.

Bu dinozor fosilini bilimsel olarak çekici yapan tek şey, 65 milyon yıldır cehennemin dibinde olup, yeryüzüne Ankara'nın Çubuk ilçesinde çıkmaya karar vermesi.

Bilim konusunda Radikal'den daha fazla donanımlı olanlar (uçuk bir seviye değil), ülkemiz coğrafyasında bulunan bir fosilin kemik doku dahil çok fazla organik madde içeremeyeceğini, 65 milyon yıllık hayvan iskeletinin allı pullu yek pare olarak yerin 10 metre altında durmayacağını tahmin edebilirler. Yine de bu yazıyı kısa kesiyoruz, RADİKAL'İ ÖZLEMİŞİZ. Üzerine gitmeyelim.

Haberi getiren Bilgin Ersözlü ve Semir Beyaz'a teşekkürler!




11 Kasım 2013 Pazartesi

Bilim Namusu KANITLADI !!!

Hürriyet Planet, 23 Mayıs 2013 tarihli bu haberle, algının kapılarının mühürlenmiş olduğu apayrı bir planetten dünyamıza sesleniyor:
Çocuklar, annenin ilk sevgilisi [dahil] olmak üzere önceden ilişki yaşadığı erkeklere benzeyebilir.
 ...ilk cinsel birleşmenin insan DNA’sında ömür boyu genetik iz bıraktığını iddia eden kuantum genetiği doktoru Pyotor Garyaev, Hürriyet’e konuştu. 



KUANTUM GENETİĞİ menşeli açıklamalarını Hürriyet'e birer birer aktaran Pyotor Garyaev'e güvenmemiz için hiçbir sebep yok, çünkü kuantum genetiği diye bir alan yok. Üstelik haberin alt metni 'çocuk yapacağınız kadın daha önce başkalarıyla beraber olduysa, kimin çocuğunu dünyaya getireceği belli olmaz...' olduğu için, FEMEN Türkiye'nin bu haberi görmesi halinde yurt genelinde açılan memelerin sağanak yağış halini alması kaçınılmaz. Öte yandan, ülkemizdeki ahlak ve namus tartışmalarına kuantum mekaniği ve genetik bilimini hala dahil etmemiş olmamız şaşkınlık vericiydi ve vakti gelmişti.

Hürriyet Planet'in, yine planetimizin derinliklerinde bulup konuştuğu Rus Profesör Doktor Pyotor Garyaev, bu kavrama 'Telegoni' ismini vermiş. Çocukların anne ve babalarına benzemediği durumları, bu 'ilk erkek' teorisiyle açıklıyor. Ne var ki, bu teori orjinal bir teori değil. Modern genetik bilimi doğmadan önce telegoni, bugün çekiniklik dediğimiz kalıtımsal durumları açıklamak için kullanılıyordu.

Kahverengi gözlü anne ve babanın mavi gözlü bir çocuk sahibi olması, annenin 90'lı yıllarını Ercan Saatçi ile geçirdiği anlamına gelmez (geçirdiyse de sağlık olsun), fakat anne ve babanın mavi gözlülük için taşıyıcı olduğunu gösterir. Telegoni, Aristo'dan beri bu durumu Ercan Saatçi'ye atfediyor. Halbuki, 19. yy sonrasında kalıtımsal mekanizmaların çözülmesiyle telegoni teorisi çoktan çökertildi. ''Aristo'dan iyi mi bileceksin?!'' diyenler için, Aristo'nun embriyoloji bilimine kattığı çok önemli buluşlarının yanısıra, embryonik gelişim ile ilgili çok yanlış  teoriler ortaya koyduğunu da ekleyelim (Örneğin, embryonik oluşumun sperm ve adet kanı birleşimiyle başladığını iddia etmesi, veya, duygu ve düşüncelerin kalp ile yönetildiğini, beynin sadece bir ısı kontrol merkezi olduğunu savunması).

Yanlış çıkan teoriler, elbette Aristo'yu daha kötü bir bilim insanı yapmaz. Sadece, bu bilgilere ulaşmak için gereken teknolojiye ve bilgi birikimine ancak son 300 yılda sahip olduğumuzu gösterir. Fakat Aristo'nun yanlış teorilerine 2013 yılında çöreklenmek ve yeni birşey gibi sunmak, ne Pyotor Garyaev'e, ne de Hürriyet'e yakıştı. Pardon, Garyaev'i tanımıyoruz, ama Hürriyet'e yakıştı.

Haberi okumaya devam edelim ve asrın buluşunun hikayesini Pyotor Garyaev'den dinleyelim:

“1985 yılında Moskova Genetik Enstitüsü’nde bir DNA numunesi üzerinde deney yapıyorduk. Sovyetler zamanında çok pahalı cihazın potasına numuneyi koymuş, lazer tarayıcıyla kodları kayda alıyorduk. Okuma işlemi tamamlandığında potadan numuneyi çıkardığımızda lazer tarayıcısının hâlâ sanki orada DNA örneği bulunmaya devam ediyormuş gibi sinyaller verdiğini gördük. Durumu nasıl düzeltiriz düşüncesiyle cihazın potasını sıvı azotla temizledik. Cihazı tekrar çalıştırdığımızda, her şey yoluna girmişti. Ancak birkaç saat geçtikten sonra okuyucu lazer tekrar aynı DNA varlığını göstermeye başladı. Durum bu şekil 40 gün devam etti. Yani 40 gün boyunca potada olmayan DNA hayaletini (fantom) görüntüsünü izlemeye devam etmiş olduk.”
DNA’DA BİYOMANYETİK ETKİ
Bir rastlantı soncu tespit edilen bu olayın o güne kadar bildiklerini alt üst ettiğini söyleyen Garyaev, “İşte bu olaydan sonra çalışmalarımın yönünü değiştirdim. DNA zincirinin sadece klasik anlamda madde değil, aynı zamanda biyomanyetik dalga saçma özelliği bulunduğunu anlamış oldum. Bu da zaten birçok yönüyle esrarengiz kalan kuantum fiziğinin araştırma konuları arasına giriyor” diye konuştu.

Bir defa bir DNA zincirinin kuantum etkilere maruz kalması için oldukça büyük olduğunu dahi hesaba katmasak, DNA'nın hem madde hem biyomanyetik dalga olarak hareket ettiğini ispatlamak için bu fantom anektodundan çok daha fazla kanıta ihtiyacınız var. Devam edelim:

DNA zincirinin sadece fiziki madde yapısı değil, yaydığı biyolojik dalgalarda gizli genetik koddan kaynaklandığını bir daha anımsatan Dr. Garyaev, “Kadın bedeninde bildiğiniz gibi tüm hayatı boyunca kullanılacak yumurtalar doğuştan vardır. Sayıları 500-600 olan bu yumurta hücreler ilk cinsel ilişkide fiziki olarak çocuk dünyaya getirmese bile o ilk kişinin DNA siluetini (Hologram) şeklini belleğine yerleştirmiş oluyor” açıklamasını yaptı. 
Baştan aşağı SAÇMA-SAPAN bir açıklama. Bu arada, belki de bütün beyanatın en masum hatası olarak, kadın bedeninde 500-600 değil, ergenliğe girdiğinde yaklaşık 400 000 yumurta var. 500-600 gibi bir sayı ile, ergenlikten menopoza kadar olgunluğa erişen, yani adet döneminde atılan veya döllenen, yumurtaların yaklaşık sayısı kastediliyor olmalı.

Ortada bilimsel bir bulgu ne kelime, bilimsel bir metod bile yokken, Pyotor Garyaev'in genetikte çığır açtığını iddia etmesi bizi ürküttü, Türkiye'nin reklam gücü en kuvvetli gazetesinin de bunu yemesi utandırdı. Garyaev'in onlarca youtube videosu, ve bunları şaibeli işlerine referans olarak gösteren birçok kişinin şarlatanlık girişimleri var. Bunlardan bir tanesi, daha önce Bilim-Bilmiyim'de yazdığımız, Sanem Altan'ı da çok güzel uyutan, aile matriksi hikayesi. 

Bir diğeri ve daha korkuncu, ahlakçılığını bilimsel temellere dayandırdığını düşünen, ve bu uğurda Garyaev'i ve Hürriyet Planet'i kaynak olarak gösterenler. İnternette rastladığımız ve Kuran meali olduğunu iddia eden bir blog:


Kaynağın güvenilirliğini, iddiaların da doğruluğunu araştırmadan yaptığınız saçmasapan bir haber, elbette kendi iddiasını destekleyen herşeye inanma eğilimi gösterenler tarafından tepe tepe kullanılacak. Blogumuzun 'olacak o kadar' butonuna basıyor ve didaktik bir şekilde soruyoruz, beğendiniz mi yaptığınızı?

Haberi getiren Alpay Küçük'e teşekkürler.





21 Ekim 2013 Pazartesi

Dediği Hiçbir Şey Anlaşılmayan Adam

Yine Habertürk'ten, yine saçma sapan bir bilim haberi.
Ve Bilim Bilmiyim olarak ilk defa, metinden hiçbirşey anlamadık.
Habertürk de kendi haberini anlamamış olacak ki, Samsunlu matematikçi Aydın Cerit'i tanıttığı habere ''Kainatı sayılarla doldurdu'' demekle yetinmiş.



Gelin şuur ötesinden gelen bu haberin metnini beraber inceleyelim:

Samsunlu matematikçi Aydın Cerit, geliştirdiği ve "Kainatları Dolduran Sayılar" adını verdiği teorisiyle Microsoft'un kurucu Bill Gates'e meydan okudu.
Büyük sayılar ile ilgili çalışmalar yaparak git gide hedeflerini büyüttüğünü söyleyen Samsunlu matematikçi Aydın Cerit, geliştirdiği KADOS teorisi hakkında açıklamalarda bulundu. 
Cerit, "Ben sayılar üzerinde ortalama 10 yıldır çalışmalar yürütüyorum. Büyük sayılargeliştirmiştik. Bu da hedeflerimi büyüttü. Araştırmalarım sonucu kainatın çapının 156 milyar ışık yılı olduğunu tespit ettim. 156 milyar ışık yılı hacimli bir küp düşündüm. (Bu zaten üzerinde birçok grubun ve bilim insanının çalıştığı bir araştırma konusu, gözlemlenebilen evrenin çapının yaklaşık 93 milyar ışık yılı olduğu düşünülüyor. 2003 yılında basılan bir makalede 78 milyar ışık yılı rakamı, çap olduğu halde, yarıçap sanılarak bir çok kaynakta yanlış bir şekilde 156 milyar ışık yılı olarak kayıtlara geçti. Aydın Cerit'in de bu ikincil yanlış kaynaklara bakarak 156 dediğini düşünüyoruz.)

O hacme ne kadar rakam sığabilirdi düşündüm. Yani bir santime 3 rakam sığabilir. (Bir saniye, bir santime üç rakam sığması ne demek? Hangi fontla yazılıyor?) Bu rakamları hesapladım bu ortalama 10 üstü 3 tane rakam sığdı. (Yani 1000?) Bu da 10 dotrigintilyon yapıyor (Kaç?!). 450 basamaklı bir üs oluşturdum. 


Bu da 114 senoktokatrilyon 17 senseptenkatragintrilyon (neler oluyor ya?) diye devam eden 388 milyar 725 milyon 226 bin 999 şeklinde tüm rakamları belli bir üs tamamladım. Bunu onun kuvvetinde yazıp bir eksilttiğim zaman ortaya çıkan 9'ların sayısı da yine de 114 senoktokatrilyon oldu. (9'lar ne zaman ortaya çıktı?)


Demek ki bu sayı bir kainatı doldurmayacağı gibi 10 üstü 320 kainatı dolduracak bir sayı oldu. Bu sayınında 2 bin 501 bir sağ komşusuna giderek bin 250 sayıdan asal olmayanı da eledim (Sağ komşu mu? İpin ucunu tamamen kaçırdık). Geriye 84 sayı kaldı (Tamam, tamam inanıyoruz). Sonuç olarak hesaplamaların gereği kainatları dolduran sayıların anlamına da KADOS dedim. (Çok da güzel bir isim olmuş, araştırmalarınız, uslubunuz harika. Gelecek seçimlerde oyum size)


Habertürk'e bir sorumuz var: Bu haberi hazırlayanlar ve editör dahil, bir kişi bile tekrar okudu mu?

Fakat bu, matematikçi Aydın Cerit'in ilk vukuatı değil. Kendisi Bill Gates'e kafa tutmadan önce, ödüllü yarışmalar da düzenliyordu.

Hazırladığı soruyu çözene, yat:


'Beni deniz tutar' diyenlere, 1 milyon dolar:



Ve hatta muhatabınız Avrupa Birliğiyse, soruyu çözemeyenler Türkiye'yi AB'ye almak zorunda kalacak:




AB'nin tüm üye ülkeleri için 5 ay süre veriyorum. Eğer bu süre içinde sorumu çözemezlerse Türkiye'yi AB tam üye olarak almalarını talep ediyorum.
Bu tehditin Türkiye'nin son 5 yıldaki bütün AB politikalarından daha başarılı olduğu kesin. Egemen Bağış ile iletişime geçilmeli, gerekirse ödül miktarı da büyütülmeli.

Not: Haberi gammazlayan Ali İkiz, Burak Gökhan Ayaz, Turgay Gülay, Serdar Başeğmez, teşekkürler!



20 Ekim 2013 Pazar

HABERTÜRK'te Saçmalık Bulundu

25 Eylül 2013 tarihli Habertürk manşeti:

ATLAS OKYANUSU'NDA KARADELİK BULUNDU. İÇİNDEN IŞIK BİLE GEÇEMİYOR!



Atlas Okyanusu'nda karadelik bulunmadı. Etki alanı sınırlarının hesaplanması matematiksel olarak karadelikleri andıran girdaplar hakkında yabancı basında yapılan haberler, bu benzetme yüzünden Haber Türk tarafından yanlış yorumlandı. Haberde ışığın bile bu girdaplardan geçemediği bilgisi de elbette yanlış.

Girdaplar okyanusta yer değiştirdikçe beraberinde taşıdıkları tuz ve planktonların okyanus habitatı için önemli olduğu düşünülüyor. Benzer bir şekilde, petrol sızıntısı gibi girdaplarla dolaşabilen deniz kirliliğinin dağılımı hesaplanabiliyor. HaberTürk yazmamış, bari neden bir haber değeri taşıdığını biz yazalım.

Bir manşet atarken, dünya üzerinde uzay-zamanı bükmek de mi umrunuzda değil :( ?




11 Ekim 2013 Cuma

Nobel Getiren Çalışmaya Bir Cümlelik Mükemmel Özet

Bu sene kimya alanında Nobel ödülü Amerikalı Martin Karplus, Michael Levitt ve Arieh Warshel'e verildi. Sabah gazetesinin bu üç araştırmacıya Nobel getiren bilimsel çalışmalarla ilgili yorumunu görelim:
Söz konusu bilimadamlarının, kimyayı bilgisayar ortamına aktararak plastik top ve çubuklarla yapılan modellemeleri ortadan kaldırarak bu alanda çığır açtığı belirtildi.
OH BEEEE! Neydi öyle o plastik toplar, çubuklar. Belimiz bükülüyor molekülü yapacağız diye, yapıyoruz bir çubuk parçası kanepenin altına kaçmış oluyor, işin yoksa ara dur. Gözümüz de görmüyor.
Bu bilgisayar ortamı kimya camiasına çok iyi geldi. Topların ve çubukların gitmesi iyi bir çığır oldu.

Başka da hiç bir açıklama yok çalışmanın önemine dair.
Bu titiz haber için teşekkürler Sabah.



Kendisi de bizzat karmaşık kimyasal süreçlerin bilgisayarda hesaplamalı simülasyonunu yapan kimya mühendisi Şölen Ekesan'a bu gammazlık için teşekkürler!



9 Ekim 2013 Çarşamba

Bu Üniversiteyi Başımın Üzerinde Taşırım!

Bu sabah güne uyandığımızda, bütün ana akım medya kuruluşlarının sayfalarında (Hürriyet'in ana manşeti de dahil olmak üzere) patriotizm, reklam ve bilim en şık şekilde harmanlanmış, haber yapılmıştı.
Daha önce Erke dönergeci ile yaşadığımız heyecanın bir benzeri, bu sefer Rize'den göz kırpıyordu. İşte farklı gazetelerde, hemen hemen aynı şekilde muştulanan büyük gelişme:

Milliyet: Türk Doktordan Büyük Buluş
Hürriyet: Tüm Kanser Hücrelerini Öldürmeyi Başardı
Habertürk: Kanserin Yüzde Yüz İlacını Bulduk
Zaman: Kanserin Yüzde Yüz İlacını Bulduk
Star: Kanserin İlacı Bulundu


Kısaca, Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Farmakoloji Anabilim dalı başkanı Halis Süleyman, adını sır gibi sakladıkları bir bitkinin, kanser hücrelerini %100 öldürdüğünü, bu şekilde mide ve pankreas kanserini yendiklerini açıklıyor. Bitkinin adı sır gibi saklanıyor. Türkiye'de devletten destek bekleniyor, 'malesef tıp alanında ülkemizdeki üretim politikası sıfır!' diye şikayet ediliyor. Kısacası Halis Süleyman'a destek verseniz, şimdiye Nobel ödülü Rize Bilim Müzesi'ndeki haklı yerini almış, Rize sokaklarında parkeler Nobel'den gelen para ile döşenmişti.

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi'nin geçmişte 50 yıl önceki araştırmaları basın bülteni olarak yayınladığını ve sigaranın sağlığa zararlı olduğunu tekrar keşfettiğini daha önce bu blogda işlemiştik. Bu sefer de henüz yayınlanmamış bir bilimsel çalışma ile sağlık endüstrisinin paradigmalarını değiştireceklerini duyuruyorlar. Anlayışla karşılıyoruz, yeni kadro kupaya odaklanmış, Halis Süleyman üniversiteye bağlılık yemini etmiş:
Atatürk Üniversitesi'nden Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne geldim. Bu üniversiteyi başımın üzerinde taşımak istiyorum. İnşallah destek alıp bu çalışmalarımızı en kısa zamanda sonuçlandırırız.
Destek konusunda oldukça sıkıntı var, sayfa baştan sona şikayetlerle dolu:
Maalesef ülkemizde üretim politikası yok.
Tüm dünyanın peşinde olduğu çalışmaya Türkiye’den gereken destek sağlanmıyor. 
Genelde duymaktan ve konuşmaktan zevk aldığımız bu 'keyif veren hayıflanma' hali, aslında bir algoritma. Türkiye'den çıkan bilimsel çalışmalar gazeteler tarafından haber yapılırken, rastgele bir biçimde şu cümleler ekleniyor: Bütün dünya bu Türk'ün peşinde, Beyaz Saray bu adamı konuşuyor,  O'na Türk lokumu diyorlar, Destek sağlansa Türk sinir hücreleri beyinden taşar dünyayı ele geçirirler, ve benzeri.

Haberde aktarılan çalışmasına dönecek olursak, Sayın Süleyman, çalışmanızı basmamışsınız, bitkinin ismi bilinmiyor, bütün dünya neden sizin peşinizde olsun? Bütün dünya ruh hastası mı? Öncelikle, hücrelere kolonya dökersek de yüzde 100'ü ölüyor. Kanser hücrelerinin hepsini öldüren bir maddenin, mekanizmasını merak etmediniz mi? Bu konuda çalışmalarınız var mı? Farelerinizin tümör yapma oranı nedir? 'Farelerde kanser gelişmedi!' ne demek? Tümör üretmeye meyilli hayvanların tümör yapmasını mı engellediniz (ki bir şeyi engellediğinizi kanıtlamak daha zor) yoksa mevcut tümörü mü yok ettiniz? Bu çalışmayı ciddiye almayı burada bırakıyoruz. Son olarak, yüzde 100 çalıştı nasıl bir istatistik?

Halihazırda 'ilaç buldum!' dedikten sonra klinik deneylere girip insanlarda test edilen ilaçların sadece 5000'de 1'i yeterince kullanışlı bulunuyor. Kısacası, deneyler gerçekten güvenilirse de şansının 5000'de 1 olduğunun altını çizelim, ve basına yansıyandan çok çok daha temkinli davranılması gerektiğini hatırlatalım. Bütün dünya ilaç devleri böyle bir ilaç için birbirlerini yiyeceklerine, Türkiye'nin ve birbirlerinin kuyusunu kazacaklarına, birleşip altılı ganyan oynarlar. Sadece Türkiye'de değil, halihazırda tüm dünyada laboratuvar aşamalarından başarılı çıkan birçok kimyasal, kanser ilacı olma yolunda eleniyor.

Ana akım medyanın yorum sayfaları ise, yine birbirinden renkli isimlere ev sahipliği yapıyor:




Endişeli bilimsever Hakan: Bu insanlara çok acil sahip çıkılmalı!
Tezcanlı girişimci Can: Üretin derlerse üretiriz ne demek yaa
Realist Abdullah: İyi güzelde be kardeşim bu kanser olayından yılda 1,5 milyon insan ölüyor belki ama o kanserdende kaç milyon insan ve şirketler ekmek yiyor geçim sağlıyor haberin varmı? Kimse sana kolay kolay izin vermez, o buluşun sonu eninde sonunda unutulmaktır bunu unutma.
Adı üzerinde YORUM CANAVARI: Türkiye'nin ve insanların sizin gibi hocalara çok ihtiyacı var....

Bilmiyim yetişmese, kansere çare bulunduğunu sanacağız....
Bir saniye o da nesi, Halis Süleyman 2007 senesinden beri bir çok hastalığa çare buluyor:






Öncelikle, kafamız karıştı. Mide kanserini zaten 2009 yılında ekibiyle yendiiklerini açıkladı. O zaman neden hala ekibiyle beraber mide ve pankreas kanserine ilaç arıyor? Ülser ve ninelerimizin en önemli hastalığı olan 'yağmur yağacak dizlerim ağrıyor' sendromunun da kökü kurutulmuş. Haberleri detaylı okuduk. İlginç bir şekilde ortak noktaları, üç çalışmanın da vücuttaki adrenalin ve kortizon seviyelerine bağlanması.

Neden hala tıp dünyasının bu çalışmalarda bulunan ilaç ve tedavilere yoğunlaşmadığını Amerika'nın büyük oyununa, Tübitak'tan destek verilmemesini insanımızın hiç değer bilmiyor olmasına, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesinin bilim araştırmalarını da tamamen deliliğe bağlayabilirsiniz. Bir sonraki üniversite basın bülteninde görüşmek üzere, şimdilik bu kadar.

Önce kafalarını taşlara vurup, sonra haberi bize ulaştıran İstem Fer, Burak Tekin, Semir Beyaz, Mehmet Akçakaya, Doruk Destan, teşekkürler!



24 Eylül 2013 Salı

NTV Bilim'den Mesleki Nirvana

NTVMSNBC, Bilim sayfasında inanılmaz bir haber çıkıyor bugün:


Astrolog Dinçer Güner, Türkiye'de 23 Eylül 2013'te başlayan ekinoksun siyasete ve yaşantımızın diğer yönlerine etkilerini yorumluyor, NTV Bilim de bu haberi başköşeye koyuyor. Şaşkınlık içerisindeyiz, sanki ekinoksun değil, kıyametin şafağına uyanmış gibiyiz.
Gelin birkaç alıntı ile bu kutlu günü taçlandıralım:

Girizgah: ''Güneş ışınlarının ekvatora dik vurması sonucunda, çemberin kutuplardan geçtiği an olarak adlandırılan 23 Eylül tarihli Sonbahar Ekinoksu, bugünden itibaren burçlar üzerinde etkisini gösterecek.''
Görüldüğü gibi, ya içindesiniz çemberin, ya da dışında yer alacaksınız. 
Korkmayın, kutuplardan geçen çemberden kastetilen, aydınlanma çemberi. Bu blogda hep belirtildiği gibi, birşeyin açıklamasını düzgün yapamayacaksanız, lütfen açıklamayın ki, insanlar merak ediyorlarsa doğru bilgiye ulaşabilsinler.

Gelişme: ''Terazi hava grubu olan Terazi burcunda ilk değişimin havada meydana geldiğini belirten Dinçer, “Terletici Aslan döneminin yaz sıcağı, yerini ılık sonbahara bırakır ve yeni bir mevsimsel süreç başlar” açıklmasını yaptı.''
Ülkemizde dört mevsimin nasıl işlediğini, yazın sıcak olduğunu, bunun Aslan burcunun bizi terletmesiyle bir alakası olmadığını az çok biliyoruz. Asıl merak ettiğimiz, burçların evrensel olduğunu elbette varsaydığını düşündüğümüz Astrolog Dinçer Bey'in, hava grubu Terazi'nin Ümraniye ve Bağcılar gibi semtlerimizde ılık sonbaharı getirirken, bunu Kenya veya Singapur gibi yıl boyu sıcak iklimlerde neden yapmadığına dair açıklamaları. Bütün bunların yanında, terleten Aslan burcunun, güney yarım kürede terletmediği duyumları doğru mu? Bu konuda bilimsel araştırmalar yapıldı mı?

Sonuç: ''Güner, “Bu ekinoksta kısacası bir tane tutulma yaşayacağız. Koç burcundaki bu tutulma çok önemli. Amerika-Suriye arasındaki gerginlikle, Türkiye’nin ve Rusya’nın da dahil olduğu bir süreç var. Koç burcundaki bu tutulma şuan sakinleşen ortamı yeniden tetikleyecek. Kısacası bu ekinoks siyasi alanda biraz zorlu geçebilir” dedi.''
Fakat bu da çok güzel bir analiz.
Keşke NTV siyasete koysaydınız.
Bilim kimse okumuyor diye, bilime atıyorsunuz değil mi?
Herkese bol ışıklı günler dileriz.

Not: Haberi taze getiren Doruk Destan ve Fatma Akın'a teşekkürler!



17 Eylül 2013 Salı

Türkiye'de Nobel Saplantısı



Aralık 2011'de Radikal gazetesinde yayınlanan haber, Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde beyin cerrahı olan ve laboratuvarında beyin tümörü olmak üzere çeşitli konularda araştırma yapan Murat Günel'in Türkiye'nin genetik araştırmaların üssü olacağına dair açıklamalarına yer veriyor. Üsse iniş yapıyoruz ve haberde şu paragraf ile karşılaşıyoruz:


Radikal'e göre Dr. Günel, ''ekibiyle birlikte insan genetik şifresini oluşturan DNA hücrelerindeki proteinleri kodladı''. Bu kadar potpori ancak Hülya Avşar Şov'da veya 90'ların yılbaşı televizyon programlarında olur.
DNA hücresi terimi, biyoloji tarihinde görülmemiştir. Yazmaya utanıyoruz, DNA, hücre çekirdeğinde bulunan bir moleküldür.
DNA'nın ekson denilen kesitleri, hücredeki proteinleri kodlar. Proteinler, Dr. Güner ve ekibi tarafından değil, DNA tarafından kodlanmaktadır.
Dr. Güner ve ekibi, bu kodu 'okuyabilirler'.

Son olarak, Türkiye'de medyanın kanayan yarası, 'Nobel' takıntısına değinelim.
Yurt dışındaki her Türk bilim insanına 'Nobel getirecek!' beklentisi yüklenmemelidir, Nobel ödülü almadan da çok önemli bilimsel işler çıkartılabilir. Haberleri 'DNA hücrelerindeki proteinleri kodladık' diye yazıp, yolda gördüğünüz her bilim insanına 'onu geç de....ya peki Nobel?' diye sormak, hali hazırda yaptıkları güzel işleri malesef doğru aktaracak kadar bile önemsemediğinizi gösterir. Dr Günel, adının Nobel ile anılmasına (anılmıyor) bahsedildiği gibi mütevazi bir gülümseme ile değil, tahminen Bengay tedavisi gerektirecek kadar gergin ve zorlama bir gülümsemeyle yanıtlamıştır.





13 Ağustos 2013 Salı

Arabesk Dinleyen Tavuk 'Allah!' Diyor

Prensip olarak uçuk derecede abzürt bilim ve sağlık haberlerine bu blogda yer vermiyoruz, hem haberin kendisinden daha komik bir şey yazılamayacağı için, hem de çok hatalı haberlerin neresinden tutacağımızı bilemediğimiz için.
Fakat habervaktim sitesindeki son sağlık haberi, uzmanlık alanımıza dahil olduğu için yazmaya karar verdik (Nasıl girdiğim belli olmayan bu birinci çoğul şahıs uslubu bırakayım ve açıklayıcı parentezi açayım, tavuk ve fare dahil birçok farklı türde embriyoloji/genetik çalışıyorum, bir tavuk çiftliğim olmasa da her gün Namlı Kahvaltı Salonu'nun omlet şefinden daha fazla yumurta kırıyorum).



Habervaktim'in manşeti, haberi özetliyor: Allah Lafzı Yazan Yumurtalar.
Kısaca, Tekirdağ'da bir çiftlikte, üzerinde Allah yazan yumurtalar çıkıyor. Çiftlik sahibi, bu yumurtalardan her gün 3-4 tane bulduklarını belirtiyor.
Allah yazan domates, karpuz, hatta insan beyin MR'ı haberlerini geçmişte okumuş ve arkadaşlarımıza, aile dostlarımıza komiklikler yapmıştık. Korkarım bu sefer habervaktim gazetesi ekibinden Tekirdağ çiftlik sahibine ve il müftüsüne kadar herkes ciddi:
Edinilen bilgiye göre, merkeze bağlı Nusratlı köyünde tavuk çiftliği bulunan 52 yaşındaki Adnan Arsu'ya bir müşterisi, marketten aldığı yumurtanın üzerinde Arapça olarak Allah lafzının yazdığını söyledi. Çiftlikteki yumurtaları kontrol eden Arsu, çok sayıda yumurtanın üzerinde Allah yazısının olduğunu gördü. Üzerinde Allah yazan yumurtaları alan Arsu, yumurtaları Tekirdağ Müftüsü Mahmut Gürlen'e gösterdi. [...] Aksu, "Yumurtalardaki yazıyı görünce Tekirdağ Müftüsü'ne götürdüm. Müftü bey de Allah yazdığını doğruladı. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorum. 1 yumurtada 4 tane Allah yazıyor. Tavuk sanki Allah'ı zikreder gibi 4 kez Allah yazıyor. İnanan, inanmayan insanlar görsün diye herkesle paylaşıyoruz" dedi.
Tavuğun kıçına monte edilmiş bir Allah kaligrafik baskısı fikri, hayranlık uyandırıcı olmaktan çok, rahatsızlık verici düzeyde. Üzücü olansa, çiftlik sahibinin yumurta şeklindeki bozuklukları görünce tavuklarının sağlığından endişe etmiş olmaması. Sayın Arsu, yumurta kabuğunun yüzeyindeki şekil bozuklukları, ya size her gün o 3-4 yumurtayı veren tavukların çok yaşlı olduğu, ya da tavuklarınızda bir enfeksyon olabileceği anlamına gelir (umarız bulaşıcı bir adenoviral hastalık olan Yumurta Düşürme Sendromu değildir, yoksa önümüzdeki aylarda yaşayan tavuk ve yumurta sayısında ciddi bir düşüş olabilir).
Bu arada haberin finali tabii ki hayalkırıklığına uğratmıyor:
Merkeze bağlı Nusratlı köyünde yer alan çiftlikte 20 bin tavuk günde 16 bin ila 17 bin arasında değişen yumurta veriyor. Çiftlikteki tavuklara, gün boyu arabesk müzik dinletiliyor.
İçinizde zehir gibi olanlarınız bağlantıyı çoktan çözmüştür: Arabesk müziğin içindeki 'arap' kelimesi nedeniyle Allah'a daha yakın olduğunu, ve gün boyu bu müziğe maruz kalan tavukların neden aşk ile Allah'ın adını zikrederek yumurta çıkardıklarını şimdi anladınız mı?

Not: Haberin içindeki Deniz Feneri Derneği reklamından sonra kendimize sormamız gereken soru, bu sitenin içindeki haberlerin doğruluğuna dair neden herhangi bir beklentimiz olduğudur.






8 Haziran 2013 Cumartesi

Somon Firarda

Son günlerde #geziparki direnişi sebebiyle habercilik standartları konusunda ağır tepkiler alan NTVMSNBC'de yayınlanan son bilim haberine bakalım:


'Genetiği değiştirilmiş somon balıkları firar etti.'
Bir de, aynı haberin iki alt paragrafta kendi kendini fesh etmesini okuyalım:


'...kısırlaştırılmış dişi balıkların karadaki su tanklarında tutulduğunu, bu nedenle bu riskin gözardı edilebilecek kadar küçük olduğunu belirtti.'

Balıklar kısır. Ve karadaki tanklarda tutuluyor. Balıkların 'kaçması' gibi bir risk yok, üstelik böyle bir olay olmamış. Bir bilim haberinin kendi kendini fesh etmesini daha önce Milliyet gazetesinin büyük göğüslerle ilgili haberinde görmüştük.
Gerçek hayatı yeterince heyecanlı bulmuyor musunuz? Çılgın deneyler, felaketlerle sonuçlansın mı istiyorsunuz? Hiçbir gerçeklik size tat vermiyor mu? O zaman hayatı NTVMSNBC'nin yalan manşetlerinden takip edin, tattan tada koşun.


8 Mayıs 2013 Çarşamba

Görkem'li Uydurma

Konu kötü bilim haberciliğiyse başucu kaynağımız olarak kabul ettiğimiz Radikal Gazetesi, 12 Mart 2013'te bu sefer cinaslı söz sanatlarından sahte peygamber ilanına, baştan aşağı yeni gelin gibi süslenmiş bir haberle karşımızda.
Başlık: Görkem'li Yenileme! 




Görkem adında 17 aylık bir çocuk, genetik bir bozukluk nedeniyle pankreası olmadan dünyaya geliyor. Pankreasın olmaması demek, şekerin vücut hücrelerine alımı için elzem olan insülinin üretilememesi demek. Görkem'in tedavi sırasında hasar gören karaciğeri, neyse ki kendi kendini yenileyebiliyor ve hayati tehlike atlatılıyor. PANKREASI OLMADAN dünyaya gelmesi ve yaşaması, Radikal tıp heyetini belli ki hiç şaşırtmıyor. Aksine, karaciğerin kendini yenilemesi mucizevi bir durum olarak kararlaştırılıp manşete taşınırken, ve büyük olasılıkla hayatı boyunca önemli tıbbi problemlerle başetmesi gerekecek Görkem'in, kanındaki şeker oranının Nutella'ya yakın olmasına rağmen, 'sağlığının bozulmadığı' iddia ediliyor. Radikal'in manşetinde neredeyse habercilerin ve doktorların karşılıklı göbek atmadığı kalmış.


Öncelikle, kandaki 600-800 aralığında seyreden şeyin, (mg/dL veya mmol/L gibi herhangi bir birim kullanılmadığına şaşırdınız mı? Radikal'i bilenlerin hayır dediğini duyar gibiyiz), söylendiği gibi kandaki 'insülin' değeri değil,  glükoz değeri olması gerekiyor.
Karaciğerin kendini yenilemesi, yetişkinlerde de görüldüğü için, peygamber bebek için yeterli kriter sağlamıyor.
Hikayenin asıl mucizesi, pankreası olmayan ve dolayısıyla kan şekeri 600-800 (mg/dL olduğunu tahmin ediyoruz) seyreden bir bebeğin organlarının hayati tehlike derecesinde tahrip olmaması! Radikal'e göre, bu değerlerde bile Görkem'in ''....sağlığı bozulmuyor!''. Ne var ki tıp dünyası böyle düşünmüyor olmalı ki, Görkem'in tedavisi  9 Eylül Üniversitesi'nde ve  İngiltere'de adını öğrenemediğimiz bir üniversitede devam etmekte. Görkem, hayatı boyunca günde 3 veya 4 defa insülin almak zorunda. Bu sırada, pankreasın oluşumunu engelleyen genetik bozukluğun vücutta yaratmış olabileceği başka bozukluklara değinmeyelim bile.
Genetik demişken, 



Bahsedilen gen, GATA+ değil, GATA6. Telefonda yanlış duyulan biyolojik terimler ailesine hoş geldin GATA6 !

Görkem'e sağlıklı bir yaşam dileriz.

NOT: Facebook sayfamızı gördünüz mü? https://www.facebook.com/bilmiyim
          Kardeş yayın organımız Bilim Kazanı'nı sevdiniz mi? https://www.facebook.com/BilimKazani





18 Nisan 2013 Perşembe

Facebook Sayfamız

Sevgili Bilim-Bilmiyim okurları,
Yepyeni ve birbirinden kötü bilim haberlerine, yayına çıktığı an ulaşabilmek için Bilim-Bilmiyim Facebook sayfasını beğenebilirsiniz!
https://www.facebook.com/bilmiyim

3 Nisan 2013 Çarşamba

'Sen mutlaka eşek sütü içmelisin, hastalığın ancak ona bağlıdır'

Değerli Bilim-Bilmiyim okurları,
Bizler dünyanın dört bir köşesine savrulmuş, hayatın rutininde zamanın akışını unutmuşken, Türkiye'de bir yerlerde, dev bir eşek sütü kavgası yaşanıyor. Bugün bunu bilmenizi istedik.

Bundan yaklaşık bir sene önce, 6 Haziran 2012'de NTVMSNBC'de eşek sütü ile ilgili ilk haberimizle karşılaştık:



Güvence olarak Kleopatra'nın seçildiği bu sağlık haberi, herhangi bir bilimsel desteği olmayan kanser-eşek sütü iddiasını okurlarına haber olarak sunuyor. Okuyor, akan beynimizi sildikten sonra haberi daha sonra kullanmak üzere arşivliyoruz.
Yaklaşık bir sene sonra, 25 Mart 2013'te benzer bir haber bu sefer Hürriyet.com.tr'de karşımıza çıkıyor. Gelin Eşek sütü'nün bu defa Isparta'dan anırılan hikayesine kulak verelim:


Hürriyet gazetesi haber ekibi, eşek sütü sermayesinin ekmeğine yağ sürdükten sonra, gazetecilik refleksi ile, yerinde bir sağlama yapıyor ve konunun üzerine gitmeye karar veriyor.
''Eşek sütü-kanser tedavisi ilişkisine yerinde bir sorgulama yapmanın ve bilinçli gazeteciliği ortaya koymanın zamanı gelmişti!'' dediğinizi duyar gibiyiz.
Hayır.
Bu haberde mantıksız gelen şu noktaya değiniliyor:







Madem Hürriyet konu hakkındaki uzman görüşü bir tıp fakültesinden değil, ilahiyat fakültesinden alıyor, biz de bu haber sayesinde öğrendiklerimizi aktaralım. Eşek sütünün haram olması bazı durumlarda yine de göz ardı edilebilirmiş:
"Bir doktor hastasına ’Sen mutlaka eşek sütü içmelisin, hastalığın ancak ona bağlıdır’ derse eşek sütü içebilir.''
Ama Türk basınının gazetecilik reflekslerinden ümidi hemen kesmeyin. Çünkü aynı haberin alt paragrafında başka bir uzman görüş daha var, üstelik bir gıda uzmanı, Doç. Dr. Ufuk Usta:
''Eşek sütü, inek sütü ve diğer süt ürünlerine göre yağ ve kazein (süt içinde bulunan bir protein) oranının düşüklüğü nedeni ile sindirimi son derece kolay bir süttür.''
İlahiyat uzman görüşü hakkında yorum yapamayız. Ama tıbbi bilimler konusunda birkaç düzeltme yapabiliriz: Öncelikle, eşek sütünün içerdiği çok yüksek orandaki laktoz nedeniyle, laktoz intoleransı olan hatırlı sayıda yetişkin kişide sindirimi epey zorlaştıracağını eklememiz lazım, sayın Doç. Dr. Ufuk Usta.
Ufuk Usta....bu ismi bir yerden hatırlıyoruz. Kendisi geçen seneki NTVMSNBC haberindeki eşek çiftliğinin sahibi:

Para, din, sağlık, kanser, eşek gibi gündemi en çok meşgul eden anahtar kelimelerin yer aldığı kavganın burada bittiğini sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Rakip eşek yetiştiricisi Ispartalı Yakup Zambak, Kırklarelili Ufuk Usta'ya bu sefer TRT Haber'e çıktığı şu manşetle çelme takıyor:

TRT haber de uzmanlara soruyor ve şu sonucu çıkartıyor:
Eşek sütünün ne kadar faydalı olduğu tam bilinmese de kesin olan zararlı olmadığı...

Görünen o ki Türk basını el birliğiyle yurdumuzdaki eşek çiftliklerini bir yandan ihya ederken, bir yandan halkımıza doğru bilgiyi ulaştırma gayesinden ödün vermiyor ve işin ruhani boyutunu sorgulamayı ihmal etmiyor. Eşek sütünün ahiret hayatı için güvenli olup olmadığını merak edenlere artık bir cevap var. Bu dünyada güvenli olup olmadığını sorgulayanlar için ise neyse ki Bilim-Bilmiyim var:
Eşek sütünün içerdiği yağ ve laktoz oranı gerçekten de insan sütüne en yakın olandır. Fakat bu, yetişkin bireylerde görülebilen laktoz intoleransı sebebiyle epey karın ağrısına sebep olabilir. Daha da önemlisi, anne sütüne olan benzerliği, eşek sütünü bir kanser ilacı yapmaz, literatürde eşek sütü ve kanser tedavisi adına hiçbir yayın yoktur.


Eşek sütü bültenini yakın takibe alan ve NTVMSNBC ve Hürriyet haberlerini ileten Onur Tokel ve Doruk Keskin'e teşekkürler. 



28 Şubat 2013 Perşembe

NTVMSNBC ile Matematik Öğreniyorum

Bu sefer bir matematik haberiyle karşınızdayız. Görünen o ki, NTVMSNBC haber merkezinde en büyük asal sayının keşfedilmesinin haklı coşkusu yaşanmış. Haber için kullanılan resmin ne olduğunu da tam anlamadık, ama her bilim haberinde kullanılan DNA çift sarmalını kullanmadıkları için NTVMSNBC'ye bir teşekkür borçluyuz.



Bu coşkuyu söndürmek istemeyiz, ama asal sayı partisine başlamadan önce birkaç kötü haberimiz var:

* 'En büyük asal sayı keşfedildi' diye bir haber yapamazsınız, çünkü asal sayıların sonsuz olduğu, Öklid'den beri biliniyor. Doğrusu, 'bilinen en büyük asal sayı bulundu' olmalı.

* Haberin girizgahında 17.425.170 basamaktan bahsedilirken (yazıyla, onyedi milyon dörtyüzyirmibeş bin yüzyetmiş), metinde geçen cümle, binler ve milyonlar basamağının karıştırıldığını gösteriyor:
ABD’li matematikçi Curtis Cooper, asal sayıları bulmak için kullanılan dev bir bilgisayar ağı kullanarak uzunluğu 17 bin basamağı geçen yeni bir sayı buldu.
 Bir matematik haberi için gerçekten ibretlik ve ironik bir hata.

* Metinde bahsedilen Mersenne asallarının formülü de yanlış yazılmış Doğrusu: M_p=2^p-1   (p, herhangi bir asal sayı).

* Bu yeni bulunan sayı, bilinen en büyük asal sayı olmasının yanı sıra, (257,885,161 − 1) formülüyle aynı zamanda bir Mersenne asalı. Mersenne asallarının, sonsuz olup olmadığı bilinmiyor.
Alan Turing dahil olmak üzere birçok önemli bilim insanının Mersenne asalları üzerinde çalışma yapmış olduklarını, bu 
buluşların birçok uygulaması ve önemi olduğunu eklemeden geçmeyelim. Matematik, önemli bir bilimdir. Bu sayıların
bulunması hiçbir işe yaramazsa bile, yüzbinlerce milenya sonra MHP'nin yıldönümü hesaplarında kullanılabilecektir.

Son olarak, bu haberin hazırlanmasında bilinen en büyük asal sayı kadar hakkı ve emeği geçen genç matematikçi 
Uğur Efem'e teşekkürlerimizi iletiyoruz!





22 Ocak 2013 Salı

Göz Üçlemesi: 3- Dakikada 20 defa beyninizi resetleyin

Bilim basınında göz haberleri üçlememizin son ayağı, NTVMSNBC'den gelsin:

Yapılan bir araştırma, göz kırpmanın beynin işleyişini olumlu etkilediğini ortaya çıkardı. Araştırmayı yapan Japon bilim insanları, göz kırptıktan sonra beyin işlevinde meydana gelen değişimi, 'resetleme'ye benzetti.

Bilimsel gelişmelere çok çarpıcı, samimi bir yaklaşım doğrusu! Beyninizi bu kadar sık resetlediğiniz hiç aklınıza gelir miydi?

İşin doğrusu: Göz kırpmak, göz kuruluğunu engelleyen ve temizlenmesine yardımcı olan bir mekanizmadır. Fakat 3-4 saniyede bir, yani ihtiyacımız olmamasına rağmen bu kadar sık göz kırpıyor olmamızın altında başka fizyolojik nedenler olup olmadığı, saygın bir dergide yayınlanan bir bilimsel araştırma ile sorgulanmış. Beyinde dikkati yöneten sinir aktivitesinin, göz kırptıktan sonraki birkaç mikrosaniyede azaldığı tespit edilmiş. Neden?
Makalede tartışılan model şu: bütün duyularımızı kullanarak çevremize dair edindiğimiz bilgiler, etrafımızda olan bitenle (herhangi bir tehlike veya fırsat) ilişkimiz açısından çok önemli. Fakat dikkatimizi yoğunlaştırdığımız durumlarda, beynin çevreden gelen diğer sinyallere karşılık veya öncelik vermesi zorlaşabilir. Görsel duyumuzu 3-4 saniyede bir perdeleyerek (insan çoğunlukla görsel duyuya ağırlık verir), çevremizde diğer olan bitene daha duyarlı hale gelmemiz sağlanabilir. Buna uygun olarak, dikkatimizi dağıtmadan birşeye odaklanmak istediğimizde, genelde bunu 'gözlerimizi kırpmadan' yaparız. Kısacası, göz kırparak beynimizi değil, dikkat mekanizmamızı resetleriz.
Tekrar edelim, bu zaten bir model, bir hipotez. Ama NTVMSNBC onu da yanlış anlamış.

Bilmiyim'den not: Beyninizi resetlediğiniz zamanlarda herşeyi yeniden öğrenmek isterseniz, sizi yeni başlattığımız bilim podcast'lerimize bekleriz. Ben ve arkadaşım İlker, www.bilimkazani.org adresinde 2 haftada bir ilgimizi çeken bir konunun bilimsel yönlerini tartışacağız. Bilim kazanı fokurdasın diye.