22 Ocak 2013 Salı

Göz Üçlemesi: 3- Dakikada 20 defa beyninizi resetleyin

Bilim basınında göz haberleri üçlememizin son ayağı, NTVMSNBC'den gelsin:

Yapılan bir araştırma, göz kırpmanın beynin işleyişini olumlu etkilediğini ortaya çıkardı. Araştırmayı yapan Japon bilim insanları, göz kırptıktan sonra beyin işlevinde meydana gelen değişimi, 'resetleme'ye benzetti.

Bilimsel gelişmelere çok çarpıcı, samimi bir yaklaşım doğrusu! Beyninizi bu kadar sık resetlediğiniz hiç aklınıza gelir miydi?

İşin doğrusu: Göz kırpmak, göz kuruluğunu engelleyen ve temizlenmesine yardımcı olan bir mekanizmadır. Fakat 3-4 saniyede bir, yani ihtiyacımız olmamasına rağmen bu kadar sık göz kırpıyor olmamızın altında başka fizyolojik nedenler olup olmadığı, saygın bir dergide yayınlanan bir bilimsel araştırma ile sorgulanmış. Beyinde dikkati yöneten sinir aktivitesinin, göz kırptıktan sonraki birkaç mikrosaniyede azaldığı tespit edilmiş. Neden?
Makalede tartışılan model şu: bütün duyularımızı kullanarak çevremize dair edindiğimiz bilgiler, etrafımızda olan bitenle (herhangi bir tehlike veya fırsat) ilişkimiz açısından çok önemli. Fakat dikkatimizi yoğunlaştırdığımız durumlarda, beynin çevreden gelen diğer sinyallere karşılık veya öncelik vermesi zorlaşabilir. Görsel duyumuzu 3-4 saniyede bir perdeleyerek (insan çoğunlukla görsel duyuya ağırlık verir), çevremizde diğer olan bitene daha duyarlı hale gelmemiz sağlanabilir. Buna uygun olarak, dikkatimizi dağıtmadan birşeye odaklanmak istediğimizde, genelde bunu 'gözlerimizi kırpmadan' yaparız. Kısacası, göz kırparak beynimizi değil, dikkat mekanizmamızı resetleriz.
Tekrar edelim, bu zaten bir model, bir hipotez. Ama NTVMSNBC onu da yanlış anlamış.

Bilmiyim'den not: Beyninizi resetlediğiniz zamanlarda herşeyi yeniden öğrenmek isterseniz, sizi yeni başlattığımız bilim podcast'lerimize bekleriz. Ben ve arkadaşım İlker, www.bilimkazani.org adresinde 2 haftada bir ilgimizi çeken bir konunun bilimsel yönlerini tartışacağız. Bilim kazanı fokurdasın diye.



Göz Üçlemesi: 2- Gözleriniz kırmızı değilse kansersiniz

Posta gazetesine konuşan 9 Eylül Üniversitesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Tülin Berk, flaşla çekilen fotoğraflarda gözlerin kırmızı çıkması gerektiğini belirterek, 'bu parlaklığı göremiyorsak bir sorun vardır' demiş.



Şöyle bir fotoğraf albümlerime baktım da, neredeyse hiçbir flaşlı fotoğrafta gözlerim kırmızı çıkmamış.
Bazı durumlarda hastalıkların ve beyin tümörlerinin flaşlı fotoğraflardaki göz parlamalarından anlaşılabileceği doğru olsa da, kırmızı göz asla ve asla sağlıklı göz göstergesi olarak kullanılamaz, özellikle son 10 yıldır dijital kameralarda yaygın olan kırmızı göz önleyici fotoğraf teknolojisi dikkate alınırsa.




Göz Üçlemesi: 1- Bilim haberciliğinde merhametin önemi

Yeni Şafak gazetesi, Stevens-Johnson sendromu olarak adlandırılan çok korkunç bir bağışıklık sistemi hastalığı sebebiyle gözyaşı bezleri çalışmayan bir hastanın, göz kuruluğunu ve olası körlüğünü engellemek için gerçekleşen tükürük bezi naklini haber yapmış. Operasyon, tükürük bezlerinin göz çevresine nakli ve bu sayede göz kuruluğunun azalması. Yeni Şafak'ın, sansürlemeye gerek duymadığı bir fotoğrafın üstüne attığı manşet, 'Gözyaşlarını tükürük bezleri akıtacak...'
Dalga mı geçiyorsunuz?
Bir hastanın ameliyatını haber yapacaksanız, biraz daha duyarlı bir başlık ve fotoğraf kullanmanız, haberini yaptığınız kişiye saygıdan ötürü, bir nevi zorunluluk değil mi?
Bilim haberinde hata, dikkatsizlik, yanlış bilgi, yanlış yorumlama, sözde bilim....bunlar halihazırda savaştığımız cepheler. Ama merhamet yeni bir kol ve çok hazırlıksız yakalandık.
Öyleyse Mustafa Sandal'dan, Yeni Şafak gazetesi için gelsin:
Ağlayan gözlerin tuzu yok dilimde, kanayan şu yaramın adı yok bilimde.  






5 Ocak 2013 Cumartesi

Doğu illerinden bildiriyorum, tespitim var



Merhabalar! Ben Üstün, Prof. Dr. HüseyinÜstün. Kars'ta 8 aydır görev yapıyorum, Kafkas Üniversitesi Tıbbi Patoloji Anabilim dalı başkanıyım. Dile kolay 8 aylık görev sürem boyunca yemek borusu kanserine yakalanan hastalarla çok sık karşılaştım.
''....hastalığın temelinde genetik yaygınlığın (Bilmiyim'in notu: yaygınlık değil yatkınlık) olabileceğini tespit ettik ama hastalarla konuştuğumuzda halkın yöresel olarak alışkınlık gereği özellikle çok çay içtiğini, özellikle kış mevsiminin çok uzun sürmesi nedeniyle sıcak yemeklerin çok hızlı tüketildiğini fark ettik. Hızlı tüketilen yemekler ve çok sayıda tüketilen sıcak çayın yemek borusu ve ağız içi kanserine yol açtığını tespit ettik. Bunun yemek borusuna ve ağız içine kanser yapma yönünde etkilerini tespit ettik.''
Yaptığımız tespitlerden sizin de soluğunuz kesildi değil mi? Tekrar edeyim, hastalığın temelinde genetik bir yatkınlık olabileceğini düşündük, bu yüzden haberde de bahsettiğimiz pahalı makineleri kullandık, ve böyle bir yatkınlık tespit ettik (tespitimin sonuçlarını akademik bir makaleyle yayınlamamış olmam size başka şeyler düşündürmesin lütfen). Zaten yine de halka çay içiyor musunuz diye sorduk, yani genetik faktörleri bir kenara fırlatıp çevresel faktörleri sorgulamaya başladık. Eee havalar soğuk. Kış uzun. Çay içmeyip de ne yapacağız? Evde, kahvede, ofiste...Sıcak çorbalar, çaylar, sahlepler, gırla gidiyor. Instagramla fotoğrafını çekip eşle dostla paylaşıyoruz. Gırgır şamata anlayacağınız...
Sonra dedim ki, ben epidemioloji bilimine tarih boyunca yapılmış en büyük hakareti yapabilir miyim? Yaparım ulan. Şu araştırmayı yaparken, 8 aylık gözlemlerim bana yeter de artar. Gözlem yapacağım, X, Y'ye yol açar diye yazacağım. Deneyleri boşverin, para harcamaya gerek yok. Bu araştırmamı yaparken hiç umrumda olmayan faktörleri şöyle sıralayabilirim:
- 8 aydır buradayım, belki de büyük bir coğrafyadaki tek araştırma hastanesi olduğum için normalde gördüğümden daha fazla yemek borusu kanseri vakası görüyorumdur.
- Bölgede yaşayanların aile ağaçlarını, akrabalıklarını, dolayısıyla bu hastalığa genetik bir yatkınlık olup olmadığını hiç hesaba katmıyorum. Yani size demin de söyledim, aslında böyle bir yatkınlık tespit etmişim, ama tekrarlıyorum, artık umrumda bile değil.
- Acaba, yemek borusu kanserine yol açacak başka bir genetik veya çevresel rahatsızlık olabilir mi? Mesela mide asidinin yemek borusuna çıkıp kanser riskini artırdığı reflü vakaları gibi? Neyse ya, karıştırmayın şimdi onu.
- Yemek borusu kanseri vakalarının %90'ını oluşturan sigara/nargile ve alkol kullanımını, bölgedeki yaygınlıklarını sorgulamaya gerek bile duymayacağım.
- Hastalarım dışında, bölgede yaşayan ama sıcak çay/çorba içmeyen diğer insanları bu araştırmaya kattım mı? Bu araştırmayı dayandırdığım kontrol ve hasta gruplara normalizasyon yaptım mı? Hatırlamıyorum.
- Herşeyi tespit ettim ama, KORELASYON, yani iki şeyin aynı anda olması ile, NEDEN-SONUÇ yani bir şeyin diğerine yol açması arasındaki mantıksal ilişkiye girmek bile istemiyorum, o yüzden de TESPİT ETTİM ve KANITLADIM gibi ifadeler kullanacağım. Neyse, çok soğuk, camı kapatır mısın?

Az kalsın unutuyordum, deminden beri sıcak içecek-yemek borusu kanseri ilişkisini görev süremdeki araştırma ve gözlemlerimle ben tespit etmiş gibi davranıyorum ama, benden önce çok daha kapsamlı bir çalışma ile böyle bir epidemiolojik korelasyon kurulmuş ve 2009 yılında BMJ dergisinde yayınlanmış bile:
Islami et al. Tea drinking habits and oesophageal cancer in a high risk area in northern Iran: population based case-control study. BMJ 2009;338:b929
Büyütmeye gerek yok, çiçekleri eve gönderin. Ne demişler, aklın yolu birdir.

Not: Haberin çıktığı an günün ilk ışıklarında Bilmiyim'e ispitleyen Onur Yılmaz ve Eylül Harputlugil'e ayrı ayrı teşekkürler.



2 Ocak 2013 Çarşamba

Çok Uzun Yazamayacağım..



Türkiye Gazetesi, 1 Ocak 2013 tarihli haberinde, ''Amerikalı dünyaca ünlü akademisyenin kilo vermede DEVRİME YOL AÇACAK şaşırtıcı teorisi''ni açıklıyor: Şişmanlık hormonal bir olay ve şekerden kaynaklanıyor.

Bu yepyeni teorinin ardından şu anda gerçekten büyük bir devrim yaşanıyor ve onun artçı sarsıntılarıyla ilgilenmem gerektiği için fazla yazamayacağım. Siz o sırada, şu altın tavsiyeleri ve eylem planını bir gözden geçirin:




Ne olursa olsun lütfen aklınızdan çıkarmayın, ben yokken ninenizin bilmediği hiçbirşeyi ama hiçbirşeyi yemeyin.