29 Mayıs 2012 Salı

Sürme Mucizesi

Yeni Şafak gazetesinde 24 Mayıs 2012'de yayınlanan bir bilim/sağlık haberini inceleyelim:
Merak edenler için, haberin linki şurada: http://www.yenisafak.com.tr/Saglik/?t=30.05.2012&i=384935&k=l1

Evet, haber henüz ikinci cümlede bomba etkisi yaratacak şekilde konuya giriyor: 
''...doktor Öztekin, tedavi sürecine başlamadan önce geniş çaplı bir araştırma yapmış. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in hadis- şeriflerinden yola çıkan doktor, "Hadislerde ismid sürmesinden, mantar suyundan ve baldan söz ediliyor. Efendimiz 'Yatacağınız zaman ismid denilen sürmeyi gözünüze sürün. Zira o, sürmelerinizin en hayırlısıdır. Göze parlaklık verip (görmeyi netleştirip), saçı (kirpiği) bitirir' diyor. Benim de çıkış noktam bu oldu" diye belirtiyor. ''

Kısaca özetlemek gerekirse, göz doktoru sayın Öztekin, çeşitli göz hastalıklarında ilaç kullanımından daha etkili olduğunu iddia ettiği geleneksel ismid sürmesinin faydalarını anlatıyor, bu bilimsel kanısına da bir hadisten yola çıkarak vardığını belirtiyor. Daha önce belirttiğimiz gibi, Yeni Şafak bilim haberlerinde 'Türk-İslam değerlerinin binbir derde şifa olması' alt-metni oldukça öne çıkıyor. Yine de fair-play'den ödün vermek istemeyiz. Tarafsız bir değerlendirme yapmak gerekirse, birçok bilimsel araştırmacı, çeşitli kaynaklardan ilham alabilir, hadisler de bu ilham noktalarından biri olabilir elbette. Fakat bu haber bir bilim haberiyse, daha da korkuncu, bu tıbbi bir tedaviyse, hadisin sadece ilham noktasında kalması, araştırmacının yolun geri kalanına bilimsel çerçevede devam etmesi gerekir. İsmid (ing: antimony) sürmesi ile, ışık hassasiyetinden sarı nokta hastalığına, katarakttan konjonktivite birçok göz sorununa şifa bulduğunu iddia eden doktorumuzun tıbbi argümanları, belki nobel ödülü veya akademik bir ünvanı değil ama, kendisine blogumuzda bu değerli sayfayı kazandırdı.

İsmid, veya diğer isimleriyle antimon veya kohl, Arap ülkelerinde kullanımı yaygın olan geleneksel bir sürme. İslamiyet'in ilk zamanlarında kullanıldığı gibi, eski Mısır'da da milattan önce 3000 yılından itibaren kullanıldığı bilinir. Madem konumuz bilim, habere dönelım:
''Sürmenin faydaları saymakla bitmiyor. Öztekin diğer faydaları ise şöyle sıralıyor: "Peygamber sünneti unutulmuş ama bu sürme görme keskinliğini artırıyor. Özellikle erken yaşlarda kullanılmaya başlanırsa, yaşlılıkta sarı nokta hastalığı görülmüyor. Kataraktın da gelişimini engelliyor." ''

Kısa bir araştırmadan sonra, bu konuda Dr. Öztekin'in yayınladığı tıbbi bir çalışma bulamadık. Haberin sonunda da, doktorun bu tedaviyi son 1 yıldır uyguladığını okuduk. Demek ki sürmenin, haberde yazıldığı gibi ''özellikle erken yaşlarda kullanılmaya başlanırsa...'' hastalıkların gidişatında önleyici rol oynaması iddiası, literatürde daha önce yapılan deneylere dayandırılmış olmalı. Hemen ismid sürmesi ile ilgili akademik bir tarama yaptık. Malesef, bahsedilen tıbbi faydaları gösteren bir çalışma yok. Fakat ismid sürmesinin sürekli kullanımının kanda kurşun zehirlenmesi dahil birçok yan etkisinin olduğunu gösteren makalelerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Kohl (surma): a toxic traditional eye cosmetic study in Saudi Arabia.
Al-Ashban RM, Aslam M, Shah AH.
Public Health. 2004 Jun;118(4):292-8.

Kohl: a hazardous eyeliner.
al-Hazzaa SA, Krahn PM.
Int Ophthalmol. 1995;19(2):83-8.

Kohl: a lead-hazardous eye makeup from the Third World to the First World.
Parry C, Eaton J.
Environ Health Perspect. 1991 Aug;94:121-3.

Cytotoxicity and mutagenicity of 'Al-Kohl', an eye cosmetic commonly used in Jordan.
Alkofahi AS, Abdelaziz AA, Mahmoud II.
J Clin Pharm Ther. 1989 Dec;14(6):443-50.

Hazards of a traditional eye-cosmetic--SURMA.
Haq I, Khan C.
J Pak Med Assoc. 1982 Jan;32(1):7-8. No abstract available.

Surma and blood lead concentrations.
Green SD, Lealman GT, Aslam M, Davies SS.

Kısacası, Dr. Öztekin 1 yıl gibi kısa bir zaman zarfında, tamamen kontrolsüz, hastalarını denek olarak kullandığı bir çalışmanın ardından araştırmasının sonuçlarını tıp dünyasına şöyle duyurmakta bir sakınca görmüyor:
"Senelerdir ilaç tedavisi gören ve bir sonuca ulaşamayan hastalarım şu an bana 'Sanki yeniden doğmuş gibiyiz, gözlerimiz çok net görüyor' diyerek teşekkürlerini iletiyorlar"

Biz de önce Dr. Öztekin'e, ardından bu titiz haber için Yeni Şafak'a teşekkürlerimizi iletiyoruz.

27 Mayıs 2012 Pazar

İsrail Casusu

Bu haber bilim sayfasında değildi fakat yine de ilgi alanımıza giriyor. Gaziantep'te ölü bir kuş bulunuyor, ayağında demir bir halka olduğu için ve halkanın üzerinde 'Tel Aviv- İsrail' yazdığı için kuş casus olmakla suçlanıp il tarım müdürlüğüne götürülüyor! İl tarım müdürlüğü, 'kuşun burnunun sol deliği daha büyük, bir cihaz sokmuş olmalılar' diyerek, milli istihbarata haber veriyor, ve istihbarat kuşu incelemeye alıyor.

1) Ornitoloji (kuş biliminde), hayvanların göç yollarını takip etmek için belirli istasyonlarda kuşların ayağına demir halka takmak çok yaygın bir tekniktir. Başka ülkelerde başka saha istasyonlarına göç eden kuşların göç yolları ve ekosistem kullanımlarının takibini sağlar, ornitologların yıllardır kullandığı bir metoddur. Herkes bilmek zorunda değildir, ama bir ilin tarım müdürünün bunu bilmesi gerekir!
2) Kuşların burnu yoktur, gagaları vardır.
3) İsrail teknik donanımını her an bir tilkinin midesini boylayabilecek bir kuşa yatırmış olsa bile, casusunun ayağına 'İsrail, Tel Aviv' yazmaz, bütün komplo teorileri gerçek dahi olsa, bu kuş olsa olsa İran casusudur.
4) Bu olayı olduğu gibi yazan, katiyen ne olmuş olabileceğini sorgulamayan Habertürk ekibine acilen ornitolog danışman alınması gerekir.

Doğum Kontrol

Sözü edilen araştırmada, sprem üretiminin son aşamalarında önemli rol oynayan bir gen keşfedilmiş, henüz erken fakat ilerde elbette kısırlık tedavisinde veya erkeklere yönelik doğum kontrolde işe yarayacak bir keşif.

Habertürk bu haberi, tamamen paralel evrenden bir bakış açısıyla, 'prezervatife veda!' diye müjdeliyor.
Halihazırda prezervatife alternatif birçok doğum kontrol yöntemi mevcut. Hala prezervatifin yaygın olarak kullanılıyor olmasının sebeplerinden biri, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, ki  şimdilik buna hiçbir alternatif yok (yapılan bu son araştırma dahil). Henüz sevinmek için çok erken.

Bu arada şu anlatıma da değinmeden bitirmeyelim:
''Bu yeni keşfedilen genin proteine benzer özellikler taşıdığını keşfeden uzmanlar, protein olmadan spermin gelişmesini tamamlayamadığını belirlediler.'' 
Gen, protein kodlayan DNA dizilimidir. Bu nedenle, uzmanlar bahsedilen genin proteine benzer özellikler taşıdığını keşfetmemişlerdir, olsa olsa haberin çalındığı kaynakta yazılanlar yanlış anlaşılmıştır.

22 Mayıs 2012 Salı

Asit Nedir

'Meyve suları asitten daha asitli çıktı'
Merhabalar. Radikal gazetesi haber yazarıyım, gördüğüm son fen dersi, ilkokul 3'te hayat bilgisi fen ünitesiydi.

20 Mayıs 2012 Pazar

Üzerinizdeki Ölü Toprağını, Naftalin ile Atın


Bugünkü konuğumuz, Radikal gazetesinin 4 Mayıs 2012’deAzerbaycan’ın Naftalan bölgesindeki şifalı petrol tesisleri ile ilgili yaptığı bilim haberi.


Haberin bilimsel içeriğini tartışmadan önce, genel okuyucu gözü ile haber resmini değerlendirelim. Bize sağlık ve şifayı çağrıştırması gereken bu resimdeki göze çarpan ilk öğe, katrana bulanmış bedeni abanoz rengini almış, mezara yığılırmışcasına küvete yerleştirilmiş yaşlı bir adamcağız. Adeta bir spa tesisinin resmine değil de,  küvete bırakılmış bir Abakanowicz heykeline bakıyoruz. Canlılık ve yaşam enerjisinden çok, hareketsizlik ve ölümün resmi çekilmiş. Her bilim haberine yapıldığı gibi, bu habere de bir çift-sarmal DNA resmi konsaydı, belki daha bile iyi olurdu.
Gelelim habere:
‘’Azerbaycan'ın ikinci büyük kenti Gence'ye 50 kilometre uzaklıktaki Naftalan kentinde, bölgeye özgü yanıcı olmayan “Neft” adı verilen bir petrol türü, dünyanın dört bir bölgesinden gelen hastalar tarafından şifa amacıyla kullanılıyor.[…] merkezde başta sedef olmak üzere cilt hastalıkları, kulak-burun-boğaz ve diş hastalıkları, cerrahi operasyon aşamasına gelmemiş bel fıtığı vakalarının petrolle yapılan fizik tedavi ve masajla iyileştirildiğini ifade etti.’’
Belli ki, Azerbeycan’da açılan bir şifa tesisi, Türkiye’de reklamını yapmak istiyor, Türk gazeteleri bilim sayfalarının ne üfürülse bastığından da haberdar. 
Naftalan bölgesinde düşük kaliteli petrolden bolca olduğu ve sedef hastalarının uğrak noktası olduğu doğru. Bunun sebebi, Neft petrolündeki %50 seviyesine varan naftalin hidrokarbonu –ki evet, evlerimizde kullandığımız naftalinin aktif maddesi. Naftalin, sedef ve romatizma hastalıkları için geleneksel olarak terapi amaçlı kullanılıyor. Hastaneye gittiğiniz zaman doktorun size naftalin banyosu yazmamasının sebebi ise, bu maddenin aynı zamanda yüksek derecede kanserojen olma ihtimali. Bu bağlamda, evdeki naftalin banyosu ile yetinmeyip Naftalan’a gitmek isterseniz, sedef hastalığınızdan kurtulup cilt kanserine yakalanabilirsiniz ki bu da bir kişisel tercih.
            Bu arada, tesiste diş eti hastalıklarından kısırlığa, uygulanan tedavilerdeki başarı oranının yüzde 95'lere vardığı, yani aspirin ile başağrısını geçirmedeki tedavi başarısından yüksek olduğu da gözümüzden kaçmadı. Umarız bu prosedürdeki detayları, Naftalan bölgesinde yakın zamanda düzenlenecek olan bir tıbbi kongrede dinleriz.
‘Merkeze gelenlerin rahatsızlıklarının derecesine göre küvetlere doldurulmuş petrolün içerisinde 10 dakika kaldığını anlatan Ari, 8-10 seans süren uygulama sonucunda tedavide başarının yüzde 95'lere ulaştığını öne sürdü.’

17 Mayıs 2012 Perşembe

Bilim Haberciliğinde Yeni Bir Dönem

Cumhuriyet gazetesinden bir bilim haberi. Bütün haber bundan ibaret. Bilim deseniz değil. Habercilik deseniz, o da değil. Bu haberi okuduktan sonra beynim, sandığınız yerde değil.

DNA hiçbir şeydir, cehalet herşey

Sanem Altan, 16 Mayıs 2012'deki köşe yazısında, epigenetik konusuna değinmiş. Türk basınında bilim haberciliğinin standartları göz önünde bulundurulursa, zaten beklentilerimiz çok yüksek değildi. Fakat bu kadar da dehşete düşmeyi beklemiyorduk. Başlığın resmini verip, yazıyı mercek altına alalım. Makaleyi dikkatimize sunan @turlerinkokeni'ne tesekkurler. İsteyenler için, orjinali şu adreste:  http://haber.gazetevatan.com/dna-hicbir-seymis/450769/4/Haber
DNA HİÇBİR ŞEYMİŞ !

Ben meraklıyımdır…
Hatta çok meraklıyımdır…
(Anlıyoruz…)
İnsanlara, öykülerine, farklı hayatlara, hayatın ve ölümün anlamına, daha çok nasıl mutlu oluruza, bize sunulana ne katabileceğimize, tüm sorulara, tüm cevaplara, benden önce yaşayanlara, benden sonra olacaklara.
Sık sık kafamda sorular dolaşır, ben de onların peşinden dünyayı dolaşırım.
Bugünlerde de şu var aklımda, epigenetik…
(Bu kadar afacan bir girizgahtan sonra, bu kadar bilimsel bir konudan bahsedilmesi, şaşırtıcı. Lakin Sanem Altan’a ve uslubuna bir şans veriyor ve yazıyı okumaya devam ediyoruz.)
Ona rastladığım günden beri onu düşünüyorum.
(Epigenetiğe nasıl rastladınız acaba? Tatlı bir heyecan sardı mı vücudunuzu?)
Epigenetik, “DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değişikliklerini inceleyen bilim dalı.” (Wikipedia)
Öyle yazıyor internette…(Kaynak gösterilmiş.)
Irsi olup genetik olmayan yani… (Az once verdiğiniz referans böyle birşey demiyor. Irsi olup, yani kalıtımsal olup, DNA dizilimindeki değişikliklerden kaynaklanmıyor demiş. Bugün genetik bilimi, kalıtımsal mekanizmaları araştırır, epigenetik ise, DNA üzerinde nükleotid diziliminden ziyade, metilasyon ve histon değişimleri ile ilgilenen, genetik biliminin alt dalıdır. Eski yunancadan direkt çevirisi ‘genler üzeri’ demektir. Anti-aging veya asosyal gibi, içinde barındırdığı kelimeyi geçersiz kılan bir ön-ek değildir ‘epi’.)
Çekici değil mi?
Genlerimizle bize geçmeyen ama atalarımızdan gelen, bizi biz yapan özellikler
…(Gen nedir, DNA nedir, kalıtım nedir, atalarımızdan gelenler biyolojik olmayan yollardan nasıl gelebilir….Bir bunları tartışalım dilerseniz.)


***


İnternette dolaşırken psikoterapist Mehmet Zararsızoğlu’nun sitesinde bununla ilgili bir makaleye rastladım
.(Bu makalelere bir göz attık, makalelerin hiçbir bilimsel dergide yayınlanmamış olduğunu gördük. İçimize su serpildi.)

Diyor ki ‘Epigenetik, bugünkü bilimsel bilgilerin tersine 30.000 değil, 22.000 civarında olduğunu ispat ettiği genlerimizin değişebileceğini bilimsel verilerle kanıtlıyor
. (İnsan haploid hücrelerinde gen sayısının 22 000 olduğunu da yine bilim adamları bulduğuna göre, epigenetik de saygın üniverstelerde genetik bölümlerinin bir parçası olduğuna gore, burada neyin kavgası yapılıyor, neden bilime bir darbe vurulmuş gibi davranılıyor, anlamak imkansız.)

Genlerin en kuvvetli bir şekilde özellikle hücrelerin çok genç olduğu üç dönemde kuvvetle değişebileceğini ispat ediyor. Birinci dönem anne karnında fetüs süreci, ikinci dönem doğum sonrası ilk üç yaş ve üçüncü dönem ise ergenlik.

Epigenetik uzmanları genlerimizin çok hareketli ve uyumlu olduğu ve çevre ile sürekli bir iletişim içinde olduklarını söylüyor.
(Genlerimizin hareketli ve uyumlu olması konusunu biraz açar mısınız?) Gelinen nokta, genler ile spesifik hastalıklar arasında sıkça bir bağlantı olmadığı, aksine beyindeki epigenetik şebekede bir bozukluğun hastalıkları oluşturduğu yönündedir. (Kim bu noktaya gelmiş? Öncelikle ‘beyindeki epigenetik şebeke’ tamlamasının abzürtlüğünü görmezden gelelim, asıl konumuza dönelim. Epigenetik bozuklukların hastalıklara yol açtığı doğru, bu kadar fonun bu alandaki araştırmalara aktarılmasının da sebebi bu. Fakat genetik mutasyonları, regulatory sequence’lardaki mutasyonları bir anda çöp etmek neden sayın Zararsızoğlu?)

Epigenetik özellikle insan ilişkilerinin ve bu ilişkilerin nasıl sürdürüldüğünün, bunlara bağlı oluşan duygu ve davranış hallerinin genlerimizi değiştirdiği yönündedir.
(Sevgili okurlar, epigenetik bilimi kesinlikle insan ilişkileri ve duyguların genlerimizi etkilemesini araştırmaz. Öyle olsaydı, epigenetik üzerine çalışmalar yapan yüzlerce fare, solucan, ve meyve sineği laboratuvarının derhal kapatılması gerekirdi.)

İşte bu durumun devrim niteliğinde bir bilgi olduğuna asla kuşku duymuyorum.’
(Fakat bilim, kuşku duymaktır, sevgili Zararsızoğlu.)


***


Bunu okuyunca Mehmet Zararsızoğlu’nun sitesinde gezinmeye başladım.
(Bunu okuyunca, keşke biraz epigenetik üzerine de sitelerde gezinseydiniz sayın Altan)

Hangi başlığı tıklayıp okumaya başlasam bir başka dünyaya daldım
. (Ne kadar güzel bir detayla taçlandırmışsınız bu yazıyı!)

Ve sonunda geçtiğimiz hafta sonu Mehmet Zararsızoğlu’nun Aile Dizimi denen semineri olduğunu gördüm ve hiç tereddütsüz telefon edip katılmak için kaydoldum.

Aile dizimi, ruhsal sorunların da genetik olarak kuşaktan kuşağa geçtiğini söyleyen bir kuram…
(Bu kuramın hiçbir akredite üniverstede öğretilmediğini de eklemeden geçmeyelim)

Alman psikoterapist Bert Hellinger’in bulduğu bu anlayışın öncülüğünü burada Mehmet Zararsızoğlu yapıyor… Ve binlerce insanı bununla iyileştiriyor
. (Alman ismi verince kredibilitenin tavan yapması etkisi göz ardı edilmemiş. Ufak ama önemli bir detay: Bert Hellinger filozofi ve teoloji alanlarında eğitim görmüş bir rahip. Bir psikoterapist değil, epigenetik konusunda konuşabilecek bir moleküler biyolog da değil.)

Hiç tanımadığınız bir aile büyüğünün travması yüz yıl sonra bile sizin hayatınızda ortaya çıkabiliyor…
Hastalığınızın nedeni olabiliyor…
Epigenetiğin de söylediği gibi, hastalığı yapan genler değil, o genleri etkileyen duygular.
(Söylememize gerek yok heralde, epigenetik biliminin böyle bir iddiası yok... Mesela tek bir genetik mutasyonla oluşan orak hücreli anemi hastalığının sebebinin aslında Afrika’da bu hastalıktan muzdarip binlerce insana dedelerinden kalma bir travma olduğunu mu iddia edeceksiniz?)


***


Anneler Günü’ne denk gelen iki günlük seminerin konusu ilişkilerdi.
Zararsızoğlu yaptığı dizimlerle neden hepimizin ilişkilerinde tıkanıklıklar, tekrarlanan sorunlar olduğunu anlattı.
Ve hayatın en önemli ‘sorununun’ anne olduğunu gösterdi.
Kızımı, kendimi, annemi, annemin de annesini ve hatta annemin annesinin annesini anlamam için harika bir Anneler Günü hediyesi oldu Mehmet Zararsızoğlu’nun aile dizimine katılmak.
Annesini olduğu gibi kabul edemeyen hiç kimse sağlıklı bir kadın-erkek ilişkisi kuramıyor.
Hatta annenin reddi migrene yol açıyor
Babanın reddi alkolizm yapıyor. (Ve şimdi de binlerce psikiyatr ve nörobiyolog yüzyıllar boyu yapılan araştırmaları ve binlerce makaleyi çöp öğütücülerinden geçiriyorlar.)
Anne babaya saygı eksikliği kanser nedeni oluyor. (Evet.)
Genetikle duyguların ilişkisini merak edip okumaya devam edeceğim
. (Bu konuda yazmaya devam ederseniz bizi de blog olarak ihya edersiniz).
O iki günlük seminerde gördüklerim, merakın iyi bir şey olduğunu bir kez daha gösterdi bana…
Dedenizin dedesinin yaşadığı bir travma sizin hastalığınızın, ilişkilerde başarısızlığınızın, depresyon ya da huzursuzluğunuzun kaynağı olabilir.


***


Bir ailenin hatta bir sülalenin kuşaktan kuşağa aktarılan duygularını, o duyguların her kuşakta hem biçim değiştirip hem değişmesini izlemek, bu duygu akışının insanların ruh halini belirleyebileceği ihtimalini öğrenmek çok eğlenceli.

İnsanın kendisiyle, annesiyle, kızıyla ilişkilerini bu açıdan gözden geçirmesi de çok olumlu sonuçlar verebilecek gözlemlere yol açıyor.

Ama tabii en muhteşem tarafı, “Sen niye böylesin?” dediklerinde, “Valla anneannemin annesinin duyduğu suçluluk duygusuymuş” deme imkanına kavuşmak.
(Kendime not: yazıyı güzel bir espri ile sonlandır.)