17 Mayıs 2012 Perşembe

DNA hiçbir şeydir, cehalet herşey

Sanem Altan, 16 Mayıs 2012'deki köşe yazısında, epigenetik konusuna değinmiş. Türk basınında bilim haberciliğinin standartları göz önünde bulundurulursa, zaten beklentilerimiz çok yüksek değildi. Fakat bu kadar da dehşete düşmeyi beklemiyorduk. Başlığın resmini verip, yazıyı mercek altına alalım. Makaleyi dikkatimize sunan @turlerinkokeni'ne tesekkurler. İsteyenler için, orjinali şu adreste:  http://haber.gazetevatan.com/dna-hicbir-seymis/450769/4/Haber
DNA HİÇBİR ŞEYMİŞ !

Ben meraklıyımdır…
Hatta çok meraklıyımdır…
(Anlıyoruz…)
İnsanlara, öykülerine, farklı hayatlara, hayatın ve ölümün anlamına, daha çok nasıl mutlu oluruza, bize sunulana ne katabileceğimize, tüm sorulara, tüm cevaplara, benden önce yaşayanlara, benden sonra olacaklara.
Sık sık kafamda sorular dolaşır, ben de onların peşinden dünyayı dolaşırım.
Bugünlerde de şu var aklımda, epigenetik…
(Bu kadar afacan bir girizgahtan sonra, bu kadar bilimsel bir konudan bahsedilmesi, şaşırtıcı. Lakin Sanem Altan’a ve uslubuna bir şans veriyor ve yazıyı okumaya devam ediyoruz.)
Ona rastladığım günden beri onu düşünüyorum.
(Epigenetiğe nasıl rastladınız acaba? Tatlı bir heyecan sardı mı vücudunuzu?)
Epigenetik, “DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değişikliklerini inceleyen bilim dalı.” (Wikipedia)
Öyle yazıyor internette…(Kaynak gösterilmiş.)
Irsi olup genetik olmayan yani… (Az once verdiğiniz referans böyle birşey demiyor. Irsi olup, yani kalıtımsal olup, DNA dizilimindeki değişikliklerden kaynaklanmıyor demiş. Bugün genetik bilimi, kalıtımsal mekanizmaları araştırır, epigenetik ise, DNA üzerinde nükleotid diziliminden ziyade, metilasyon ve histon değişimleri ile ilgilenen, genetik biliminin alt dalıdır. Eski yunancadan direkt çevirisi ‘genler üzeri’ demektir. Anti-aging veya asosyal gibi, içinde barındırdığı kelimeyi geçersiz kılan bir ön-ek değildir ‘epi’.)
Çekici değil mi?
Genlerimizle bize geçmeyen ama atalarımızdan gelen, bizi biz yapan özellikler
…(Gen nedir, DNA nedir, kalıtım nedir, atalarımızdan gelenler biyolojik olmayan yollardan nasıl gelebilir….Bir bunları tartışalım dilerseniz.)


***


İnternette dolaşırken psikoterapist Mehmet Zararsızoğlu’nun sitesinde bununla ilgili bir makaleye rastladım
.(Bu makalelere bir göz attık, makalelerin hiçbir bilimsel dergide yayınlanmamış olduğunu gördük. İçimize su serpildi.)

Diyor ki ‘Epigenetik, bugünkü bilimsel bilgilerin tersine 30.000 değil, 22.000 civarında olduğunu ispat ettiği genlerimizin değişebileceğini bilimsel verilerle kanıtlıyor
. (İnsan haploid hücrelerinde gen sayısının 22 000 olduğunu da yine bilim adamları bulduğuna göre, epigenetik de saygın üniverstelerde genetik bölümlerinin bir parçası olduğuna gore, burada neyin kavgası yapılıyor, neden bilime bir darbe vurulmuş gibi davranılıyor, anlamak imkansız.)

Genlerin en kuvvetli bir şekilde özellikle hücrelerin çok genç olduğu üç dönemde kuvvetle değişebileceğini ispat ediyor. Birinci dönem anne karnında fetüs süreci, ikinci dönem doğum sonrası ilk üç yaş ve üçüncü dönem ise ergenlik.

Epigenetik uzmanları genlerimizin çok hareketli ve uyumlu olduğu ve çevre ile sürekli bir iletişim içinde olduklarını söylüyor.
(Genlerimizin hareketli ve uyumlu olması konusunu biraz açar mısınız?) Gelinen nokta, genler ile spesifik hastalıklar arasında sıkça bir bağlantı olmadığı, aksine beyindeki epigenetik şebekede bir bozukluğun hastalıkları oluşturduğu yönündedir. (Kim bu noktaya gelmiş? Öncelikle ‘beyindeki epigenetik şebeke’ tamlamasının abzürtlüğünü görmezden gelelim, asıl konumuza dönelim. Epigenetik bozuklukların hastalıklara yol açtığı doğru, bu kadar fonun bu alandaki araştırmalara aktarılmasının da sebebi bu. Fakat genetik mutasyonları, regulatory sequence’lardaki mutasyonları bir anda çöp etmek neden sayın Zararsızoğlu?)

Epigenetik özellikle insan ilişkilerinin ve bu ilişkilerin nasıl sürdürüldüğünün, bunlara bağlı oluşan duygu ve davranış hallerinin genlerimizi değiştirdiği yönündedir.
(Sevgili okurlar, epigenetik bilimi kesinlikle insan ilişkileri ve duyguların genlerimizi etkilemesini araştırmaz. Öyle olsaydı, epigenetik üzerine çalışmalar yapan yüzlerce fare, solucan, ve meyve sineği laboratuvarının derhal kapatılması gerekirdi.)

İşte bu durumun devrim niteliğinde bir bilgi olduğuna asla kuşku duymuyorum.’
(Fakat bilim, kuşku duymaktır, sevgili Zararsızoğlu.)


***


Bunu okuyunca Mehmet Zararsızoğlu’nun sitesinde gezinmeye başladım.
(Bunu okuyunca, keşke biraz epigenetik üzerine de sitelerde gezinseydiniz sayın Altan)

Hangi başlığı tıklayıp okumaya başlasam bir başka dünyaya daldım
. (Ne kadar güzel bir detayla taçlandırmışsınız bu yazıyı!)

Ve sonunda geçtiğimiz hafta sonu Mehmet Zararsızoğlu’nun Aile Dizimi denen semineri olduğunu gördüm ve hiç tereddütsüz telefon edip katılmak için kaydoldum.

Aile dizimi, ruhsal sorunların da genetik olarak kuşaktan kuşağa geçtiğini söyleyen bir kuram…
(Bu kuramın hiçbir akredite üniverstede öğretilmediğini de eklemeden geçmeyelim)

Alman psikoterapist Bert Hellinger’in bulduğu bu anlayışın öncülüğünü burada Mehmet Zararsızoğlu yapıyor… Ve binlerce insanı bununla iyileştiriyor
. (Alman ismi verince kredibilitenin tavan yapması etkisi göz ardı edilmemiş. Ufak ama önemli bir detay: Bert Hellinger filozofi ve teoloji alanlarında eğitim görmüş bir rahip. Bir psikoterapist değil, epigenetik konusunda konuşabilecek bir moleküler biyolog da değil.)

Hiç tanımadığınız bir aile büyüğünün travması yüz yıl sonra bile sizin hayatınızda ortaya çıkabiliyor…
Hastalığınızın nedeni olabiliyor…
Epigenetiğin de söylediği gibi, hastalığı yapan genler değil, o genleri etkileyen duygular.
(Söylememize gerek yok heralde, epigenetik biliminin böyle bir iddiası yok... Mesela tek bir genetik mutasyonla oluşan orak hücreli anemi hastalığının sebebinin aslında Afrika’da bu hastalıktan muzdarip binlerce insana dedelerinden kalma bir travma olduğunu mu iddia edeceksiniz?)


***


Anneler Günü’ne denk gelen iki günlük seminerin konusu ilişkilerdi.
Zararsızoğlu yaptığı dizimlerle neden hepimizin ilişkilerinde tıkanıklıklar, tekrarlanan sorunlar olduğunu anlattı.
Ve hayatın en önemli ‘sorununun’ anne olduğunu gösterdi.
Kızımı, kendimi, annemi, annemin de annesini ve hatta annemin annesinin annesini anlamam için harika bir Anneler Günü hediyesi oldu Mehmet Zararsızoğlu’nun aile dizimine katılmak.
Annesini olduğu gibi kabul edemeyen hiç kimse sağlıklı bir kadın-erkek ilişkisi kuramıyor.
Hatta annenin reddi migrene yol açıyor
Babanın reddi alkolizm yapıyor. (Ve şimdi de binlerce psikiyatr ve nörobiyolog yüzyıllar boyu yapılan araştırmaları ve binlerce makaleyi çöp öğütücülerinden geçiriyorlar.)
Anne babaya saygı eksikliği kanser nedeni oluyor. (Evet.)
Genetikle duyguların ilişkisini merak edip okumaya devam edeceğim
. (Bu konuda yazmaya devam ederseniz bizi de blog olarak ihya edersiniz).
O iki günlük seminerde gördüklerim, merakın iyi bir şey olduğunu bir kez daha gösterdi bana…
Dedenizin dedesinin yaşadığı bir travma sizin hastalığınızın, ilişkilerde başarısızlığınızın, depresyon ya da huzursuzluğunuzun kaynağı olabilir.


***


Bir ailenin hatta bir sülalenin kuşaktan kuşağa aktarılan duygularını, o duyguların her kuşakta hem biçim değiştirip hem değişmesini izlemek, bu duygu akışının insanların ruh halini belirleyebileceği ihtimalini öğrenmek çok eğlenceli.

İnsanın kendisiyle, annesiyle, kızıyla ilişkilerini bu açıdan gözden geçirmesi de çok olumlu sonuçlar verebilecek gözlemlere yol açıyor.

Ama tabii en muhteşem tarafı, “Sen niye böylesin?” dediklerinde, “Valla anneannemin annesinin duyduğu suçluluk duygusuymuş” deme imkanına kavuşmak.
(Kendime not: yazıyı güzel bir espri ile sonlandır.)



8 yorum:

  1. cok iyi! bunun uzerine, bir epigenetik yazisi yazmani bekliyorum senden Aysu!

    YanıtlaSil
  2. aysu (if I may)
    öğrencilerim okumanın gözleriyle taramak olduğunu sanıyor. okudukları cümleyi düşünmeleri gerektiğini, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın gülünç olduğunu anlatmaya çalışıyorum. bu metni sınıfta vereceğim. blogun müdavimiyim bundan böyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba, teşekkür ederim, tabii ki metni sınıfta dağıtabilirsiniz, memnun olurum. altına blogun ismini yazarsanız sevinirim, olmazsa da sorun değil. iyi dersler!

      Sil
  3. aysu, bloga referans vereceğim, malzeme sağlaması açısından öğrencilerden örnek bulmalarını da isteyeceğim. kolay gelsin!

    YanıtlaSil
  4. offf, baya güldüm :D bugüne kadar ki en iyisiydi bu yazdığın(ız) sanırım :)

    YanıtlaSil
  5. ya uf biz bu yazi uzerine labdaki bisulfite sequencing makinesini cope attiydik allah kahretsin

    YanıtlaSil
  6. Hay senin merakına diyemedim ama,umuyorum köşe yazarı böylesi merakı epigenetik yollarla(?)çocuklarına aktarmaz:)

    YanıtlaSil
  7. "Anne babaya saygı eksikliği kanser nedeni oluyor." Kapatın bütün onkoloji laboratuvarlarını... :)

    YanıtlaSil